Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) pazar günü yapılan kurultayında parti yönetimi güven tazeledi. Rakipsiz aday olarak girdiği seçimde genel başkanlığa beşinci kez Devlet Bahçeli seçildi. Rahat çalışamadığı mesai arkadşlarından çoğunu yönetimden uzaklaştırdı Devlet Bahçeli; yerlerine yeni yüzlerin seçilmesini sağladı.
Buraya kadar özetlediğimiz, Türkiye'deki herhangi bir partinin kongresinde yaşananların da özeti sayılabilir. Hiçbir parti, kongresinde, genel başkanını değiştiremiyor bu ülkede; kimlerle çalışıp kimlerle çalışmayacağına da delegeler değil genel başkanlar karar veriyor. Kongresinde sürpriz yaşanmadığı için MHP'yi suçlamak aklımızdan bile geçmez.
Yine de, MHP kongresi, gözlemcileri şaşırtacak özelliklere sahipti; üzerinde mutlaka durulmayı gerektiren özellikler...
Her siyasi parti toplumda bir eğilimin karşılığıdır. Son genel seçimde (22 Temmuz 2007) MHP yüzde 14 civarında bir oy alarak Meclis'te kalabalık bir grupla temsil edilmeyi hak etti. Son yerel seçimde (29 Mart 2009) oyunu yüzde 16.5'a çıkartabildiğine göre, MHP, temsil değerini artırabilecek bir potansiyele sahip...
Kırılgan ve pek çok şarta bağlı bir temsil potansiyeli bu; 3 Kasım 2002 seçiminde bugünkü genel başkanı ve onun eliyle seçtiği bir yönetime sahip olan MHP yüzde 10 barajının altında kalarak Meclis'e tek milletvekili bile sokamamıştı. Oysa bir önceki 18 Nisan 1999 genel seçiminde bugünkünden de yüksek (yüzde 18) oy almayı başarmıştı MHP...
Yüzde 9 ilâ yüzde 18 oranları arasında oynayan bir destek tabana sahip olması MHP'nin aslında olağanüstü 'kırılgan' bir siyasi güç olduğuna işaret ediyor. Tabanı kırılgan her parti gibi, MHP de, rakiplerinden daha dikkatli olmak zorunda.
MHP'nin dışa vuran sorunu da bu noktada başlıyor: Toplumun en kolay tavır değiştirebilen bir kesimine hitap ettiği ve bu yüzden politika belirlerken kılı kırk yarması gerektiği halde, riskli bir çizgi izlemeye başladı son zamanlarda MHP: Hükümetin içinde 'açılım' sözcüğü geçen her politik tavrına en şiddetli biçimde karşı çıkıyor. 'Alevi açılımı' konusunda henüz görüş açıklamadı, ama o yönde atılan adımlardan da rahatsızlık duyduğunu öğrenmek hiç şaşırtıcı olmazdı. 'Demokratik açılım' adlı PKK'yı ve terörü sona erdirme politikasına da, Türkiye'yi uluslararası platformlarda yalnızlıktan hızla uzaklaştırmayı amaçlayan 'Ermeni açılımı'na da en keskin eleştiriler MHP yönetiminden geliyor.
Siyasette risk alınır elbette, MHP'nin böylesine 'riskli' görünen konularda eleştirel tavır alması siyaseten anlaşılabilir bir şey; anlaşılmayan, üstlenilen riskin hesaba-kitaba gelmemesi... Ya dünyanın gittiği istikamete uygun adımlarsa hükümetin açılımları; bu sebeple de başarısızlığa uğraması neredeyse imkânsız ise? Böyle bir durumda 'zamanın ruhu'nu kavrayamamak bir siyasi parti için katlanılamaz bir risk haline dönüşebilir.
Bu da MHP'yi 2002'de yaşadığı türden barajın altında kalma başarısızlığının tekerrürüne götürür.
Taban olarak MHP, toplumun dünyaya en az açık, bu sebeple de olan bitenlerden en fazla tedirginlik duyan kesimlerine hitap edi-yor. Ancak o tür kesimler, bugünün dünyasının gerçekleriyle tanışınca öteki bloka geçmekte pek az tereddüt ederler. MHP türü partiler, gelişmeleri olumlu karşılarken zararını görmeye başlayan toplum kesimleriyle kaçışları telâfi edebilirse ayakta kalmayı sürdürürler. Peki ya edemezlerse?