Geçen gün bir otoparkta gördüm. Duvara, "Mesuliyet kabul edilmez" diye yazmışlar. O andan itibaren, "mesuliyet" bahsini kafamda gezdirip duruyorum.
Nurettin Topçu, Hüseyin Avni hakkında yazarken, "hayatı kazanılan, fakat ruhu şehit edilen" nesillerden bahseder. (Millet Mistikleri, sayfa 11) Yani, İstiklal Harbi'yle milletin hayatı kazanılmış, fakat sonrasında yapılan inkılâplarla ruhu şehit edilmiştir.
O ruhla beraber giden şeylerden biri de "mesuliyet hissi"dir.
Mesuliyetin karşısına sorumluluk kavramını koyarak işin içinden çıkamayız. Sorumluluk, akıldan ve cüzdandan, mesuliyet ise kalpten ve vicdandan doğar, beslenir.
Biri maddi, diğeri manevidir.
Belki de bu yüzden, 'sorumluluk almak' ile 'mesuliyet duymak' deriz. Almak ve duymak...
Biri arsa, diğeri tarladır.
Arsadan rant, tarladan rızk temin ederiz.
1988'den beri İslami camiayı dikkatli ve rikkatli bir şekilde takip ediyorum.
Bir kere, şunu söylememe müsaade edin: Ezici çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede Müslümanların ezilmesi, ancak beceriksizlikle izah edilebilir.
Tabii bugünkü konumuz mesuliyet...
Ece Ayhan, bir şairden bahsederken, "uzun bir yeteneksizlik" deyimini kullanır. İşte böyle...
İçinde en ufak bir mesuliyet hissi duymayan, kendisine emanet edilen müesseseleri batırmaktan çekinmeyen, sonra hiçbir şey olmamış gibi karşımıza çıkan nice insan gördük, görmeye de devam ediyoruz.
"Uzun bir yeteneksizlik" veya beceriksizlik olarak tanımlayabileceğimiz bu insanların ortak özellikleri; batırdıkları her müessese karşılığında ceza değil, ödül almaları... Bir bakıyorsunuz, yetkileri artırılarak daha büyük bir kurumun başına getirilmişler.
Onca insanın emeğini, birikimini, umudu yok ediyor ve sonra hiçbir mesuliyet duymuyor, kabul etmiyorlar.
Necip Fazıl'ın "Bu nasıl dünya, hikâyesi zor" dizesini mırıldandıktan sonra devam edelim.
Hayvanlar, yavrularını mesuliyet hissiyle korur, doyurur.
Sözünü ettiğim kişi ya da kişiler ise, sadece kendilerini düşünürler. Müslüman kardeşleri oturdukları evin kirası ödeyemezken, onlar, kiraya vermek için yeni daireler satın almaktan çekinmezler.
"Ne oluyor" diye sormanız halinde, size verecekleri cevap bellidir: "Kapitalizmle mücadele etmenin tek yolu kapital sahibi olmaktır"(!)
Ara sıra Hazreti Osman örneğini de veren oluyor.
Vicdan, insanın çekirdeğidir.
Vicdanı olan, mesuliyeti olandır.
Mesuliyet, sadece yukarıda saydıklarımızdan ibaret değildir, olamaz.
Ağzımızdan çıkan sözlerden de, davranışlarımızdan da mesulüz.
Geçenlerde, eli silahlı bir şahıs, Azerbaycan'da okul basmış ve öğrencileri katletmişti. Televizyon kanallarından biri, oradaki muhabirle canlı bağlantı kurdu ve spiker, harfi harfine şunu sordu: "Ölenler arasında Türk var mı?"
Bunu anlayabiliriz. Çünkü o kanal ve o spiker, hiçbir zaman bize hitap etmedi, edemez. Bize hitap eden kanallardan birisi ise, dört gün önce, Somali'deki çatışmaları şu şekilde haber bültenine taşıdı: "Rakip dinci gruplar arasındaki çatışmalar devam ediyor."
Hadi, bu metni hazırlayan ve sunan kişiler ne dediklerini bilmiyor, bu yüzden mesuliyet hissi taşımıyorlar. Peki, onları oralara getirenler de mi mesuliyet hissinden uzaklar?
Bu 'çakma mücahitleri' başımıza musallat edenler kim?