Kesintisiz 8 yıllık eğitim ve arkasından tamamen ideolojik bir yaklaşımla meslek lisesi mezunlarının üniversiteye geçişte karşılarına çıkartılan engeller sebebiyle bu okullarda çok ciddi bir gerileme yaşandı. Özellikle ilköğretimin kesintisiz olarak 8 yıla çıkartılması meslek okullarına ilgiyi büyük ölçüde düşürdü. Bu uygulamanın sebep olduğu sıkıntıları bu köşede çeşitli kereler dile getirmeye çalıştım. Sanayide ciddi biçimde bir ara eleman ihtiyacı ortaya çıktı. Bunun da ötesinde pek çok işyeri çırak bulmakta bile zorlanmaya başladı. Ancak bugün üzerinde duracağım husus bu değil. Yani 8 yıllık kesintisiz ilköğretimin sebep olduğu tahribat ve yıkım üzerinde duracak değilim.
Ancak, meslek lisesi mezunlarının üniversiteye geçişlerinin önünde çok ciddi bir engel oluşturan ve sadece bu yavrularımızı lise tahsiline mecbur ve mahkum eden uygulamanın önünün biraz olsun açılmasına yönelik YÖK'ün önce bu katsayı farkını tamamen ortadan kaldıran, ardından da aradaki farkı azaltan kararlarının Danıştay tarafından iptal edilmesi karşısında uğradığım şaşkınlığı belirtmek istiyorum.
Şaşkınlığımın çeşitli sebepleri var. Bunların başında YÖK'ün daha önce aldığı bir kararı değiştirmesine Danıştay tarafından izin verilmeyişi geliyor. Çünkü, düz liseler ile meslek lisesi mezunlarının üniversiteye girişlerinde uygulanan katsayıyı da YÖK belirlemişti şimdikini de YÖK belirliyor. Halbuki meslek lisesi mezunlarının üniversiteye girişini engelleyen katsayı uygulamasının adaletsiz olduğu yönündeki ve uygulamanın iptalini isteyen müracaat Danıştay tarafından "Bu konuda karar YÖK'e aittir" diyerek müracaatı reddetmiş iken şimdi yine aynı kurum uygulamada bir değişiklik yaptığında niçin karar hakkının YÖK'te kabul edilmiyor ve ısrarla alınan iki kararda iptal ediliyor?
İşte bu soruya hukuk açısından bir cevap bulamıyorum. Mesele hukuk olacaksa YÖK'ün ilk katsayı kararının da iptal edilmesi gerekmez miydi? Karar dün YÖK'e aittiyse bugün de YÖK'e ait olması gerekmez mi? Dün öyleydi ama bugün başka türlü düşünülmesinin makul bir izahı olması gerekir.
Bir diğer husus ise YÖK'ün bir kuruluş kanunu vardır ve bu kanunda görev ve yetkileri belirlenmiştir. Bu bakımdan YÖK bir karar alacağı zaman görev ve yetkisinin sınırlarını dikkate almak durumundadır. YÖK'e verilen görev ve yetkiler içinde üniversite sınavlarına girişteki ölçüleri belirlemek yok mudur? Olmasaydı daha önce bu hususta alınmış olan kararlar ne olacaktır?
Verilen yetkileri fazla bulmak mümkündür? Hatta darbelerin ardından oluşturulan bazı kurumlara verilen yetkilerin yanlışlığı da ileri sürülebilir. Ancak bunun yolu yeni bir yasal düzelemeden geçer. Daha doğrusu böyle olması gerekir. Söz gelimi üniversitelerin rektör adaylarının belirlenmesine zaman zaman itiraz ediliyor. Üniversitedeki seçimlerde en çok oyu alan bir profesörün YÖK tarafından ikinci ya da üçüncü sırada Cumhurbaşkanına gönderilmesi eleştiriliyor. Bu arada Cumhurbaşkanı'nın da ikinci ya da üçüncü sıradaki bir ismi rektör atamasına itiraz ediliyor. Tüm bu itirazlar doğru olabilir. Ancak, YÖK yaptığı sıralamayı, Cumhurbaşkanı da yaptığı atmayı yasalara göre yapıyorlar. Yani yasanın verdiği yetkiyi kullanıyorlar. Esas dikkat çekmek istediğim husus ise aynı yasa çerçevesinde hareket eden YÖK ve Cumhurbaşkanlarının bu uygulamaları farklı kesimlerden farklı tepki alıyor olmasıdır. Söz gelimi Cumhurbaşkanı Sezer'in ikinci ya da üçüncü sıradaki bir adayı rektör ataması karşısında sesi çıkmayan, hatta alkışlayan bazı çevreler benzer bir uygulamaya Cumhurbaşkanı Gül imza attığında eleştiri oklarının hedefi oluyor. Görünen o ki ülkemizde hukukun ve kanunların yorumu kişiden kişiye farklılık arz ediyor. Elbette yorum farklılığı olabilir ama yargı mensuplarının kanunların uygulamasında kişiden kişiye ya da iktidardan iktidara değişen kararlar almaları doğru olur mu? Bu yargıya güveni sarsmaz mı? Yargı mensuplarının kişisel yaklaşımlarının aldıkları kararlarda etkili olduğu görüntüsü toplumu bölmez mi?