Asrın insanları olarak ağlamaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Ağlamayan insanlar olduk ağlamayanlarımızı göre göre.. Ağlayan devlet adamlarını ise çok az gördük. Çocukluğumuzdan zihnimize kazınan hatıraları irdelediğimizde devlet adamı deyince ciddi,sert bakışlı hatta yüzünden bir tebessümü bile esirgeyen büyük insanlar (!)… canlanıyor.
Oysa Hz. Ömer gibi, Ebubekir Sıddık gibi, benzeri ve örneği bulunmayan Muhammed aleyhisselam gibi insanlar, ağlayan büyük insanlardı, ağlayan devlet adamlarıydı.
Geçenlerde Suriye başbakanı Esed’in kimyasal bombalar atarak mini mini yavruların ölümüne neden olmasıyla ilgili bir haberde ve haberin akabinde başbakan Erdoğan’ı ağlarken gördüm. Yanlış da yazmak istemiyorum, bu günlerde ne haber dinliyorum ne de bir gazete falan okuduğum var. O gün eskaza bir haber kanalında Esed’in kimyasal bombalarından ölen çocuklardan dolayı Erdoğan’ın ağladığını zannettim. Şimdi hakikatlerden bahsetmekten de çekinir olduk; her şeyin sadece siyaset ve politika olduğunu söyleyenler çoğaldı. Aramızda birkaç saf insan kalmış olmalı (!) ki; onlar da söylenenlere inanmaya, ekran karşısında da olsa ağlayanlarla birlikte ağlamaya devam ediyorlar. Öyle ya ağlayanla ağlayan, gülenle gülen bir toplumuz biz.
Başbakan annesinin cenaze namazını kılarken de sarsıla sarsıla ağlamıştı. Katıldığı bazı kandil programlarında, kutlu doğum programlarında da ağlıyor. Bir vatandaş olarak bunu hiç garipsemiyoruz; çünki içimizdeki imandır bizi ağlatan. Başbakan da her Müslüman gibi gözyaşlarını gizleyemiyor, ağlıyor..
O gün haber kanalındaki bu haberin devamında sayın Kılıçdaroğlu başbakanın ağlamasını zavallılık olarak değerlendirdi. Şu parti, bu parti değil, hangi partiden ve hangi görüşten olursa olsun her birey özeldir ve kıymetlidir insan olarak. Meseleye böyle bakıyorum ve her insanda Rabbülalemin’in kudret ve azametini, san’atını görüyorum.
Kılıçdaroğlu siyaset gereği belki Erdoğan’ı ağlamalarından dolayı zavallı olarak eleştirebilir. Fakat alemlere rahmet olarak gönderilen gül yüzlü Nebi sallallahü aleyhi vesellem, Ağlamayan gözden ve ürpermeyen deriden Allah’a sığınırım, buyurmuş. Bunu da buradan sayın Kılıçdaroğlu’na ve onun gibi ağlamayı zavallılık ve acziyet olarak değerlendirenlere duyurmak istiyorum.
Çocukken dinlediğim hikayelerden birinde Allah için akıtılan gözyaşlarının cehennemi söndürebilen tek şey olduğunu söylemişlerdi. Fakat bunun bir hikaye olmadığını artık biliyorum. Bir de müzeleri gezerken gözyaşı şişeleri ilgimi çekerdi…
Gözyaşı ve Tuz başlıklı bir de yazı yazmıştım. B u yazımda da gözyaşından bahsedince bu işi abarttığımı söyleyebilirsiniz. Fakat maalesef abartmıyorum; çünki bütün insanlığın hakiki gözyaşlarına ihtiyacı var. Merhamet ve sevgiden ağlamaya ihtiyacı var. Hepimizin duygularımızın en temiz ispatı olan gözyaşlarına ihtiyacı var.
Bugün kızımla sohbet ederken ben de ağladım. Ağlamaya ne çok ihtiyacım varmış; Malik b. Dinar, Yavuz Sultan Selim Han ve sevgili hocamız Mahmud Es’ad Coşan idi sohbet konularımız. Bir rahmet bulutu geldi üzerimize; uzun zamandır akmayan gözyaşlarım sağanak oldu. Yavuz Sultan Selim Han’ın kulağına küpe takışının hikayesi, candostu Hasan Can’la olan sohbetinin duygusallığı aldı götürdü bizi. Daldan dala konan bir kuş misali gönlümüz büyüklerle gezdi bugün. Bişr-i Hâfi’nin sarhoş gezdiği yağmurlu bir gecede yerde üzerinde Kur’an harfleri yazılı bir kağıdı alıp , çamurlarını temizleyerek duvarına astığı o geceki rüyasında:
-Ya Bişr! Sen bizim adımızı yücelttiğin gibi Biz de seni yücelteceğiz nidasıyla hidayete erdiğini de konuştuk.
Bizi ağlatan bu güzel insanların bu güzel hatıralarını sizlerle de paylaşayım istedim. Fakat bir türlü seçemiyorum. Hepsi birbirinden güzel anılar çünki. Zor da olsa bir seçim yapayım, ben size Malik b. Dinar Hazretleriyle ilgili olan, anlatırken kendimi tutamayıp ağladığım hikayeyi anlatayım.
‘’Malik b. Dinar Salihlerden, ariflerden bir zât. Onunla ilgili biraz bilgi yazmak isterdim fakat başka bir güne bırakayım inşallah.
Malik b. Dinar hacca gittiği bir sene çadırına istirahat için çekildiği gecenin birinde ilginç bir rüya ile uyanmış. Rüyasında ona:
Ya Malik git falan çadırdaki gence söyle, Allah onun haccını kabul etmiyor de, demişler. Rüyadır bu şeytani de olur, Rahmani de ve ya nefsani de.. Geri dalmış uyumuş Malik b. Dinar, fakat tekrar aynı ses ile uyanmış…
Rüyasında kendisine söylenilen çadırı ve genci aramaya başlamış. Sonunda bir çadıra yaklaşmış, öyle güzel bir Kur’an sesi geliyor ki, bu ses Malik b. Dinar’ın ciğerine işlemiş. Çadırın ağzına kadar vardığında rüyasında tarif edilen genç adamı görmüş. Genç Kur’an’ı hem okuyor hem de ağlıyormuş. Öyle ki ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş. Az sonra genç adam kitabı kapatmış ve çadırına giren misafire ‘hoşgeldiniz’ demiş. Hazret iyiden iyiye şaşırmış; bu kadar güzel yüzlü bir insan, Kur’an ile ağlayan bu güzelgencin nasıl olur da haccı kabul edilmez, demiş. Ve bütün olanları gence anlatmaya karar vermiş.
-Çok üzgünüm ama böyle bir rüyayı sana anlatmam lazım, demiş. Rüyasını anlatınca genç adam bir çığlık atarak bayılmış. Kendine geldiğinde ise şöyle demiş:
-Demek bu sene de haccım kabul olmadı. Ben her sene hacca gelirim, bir günahım var, Allah’tan af ve mağfiret dilerim fakat C. Allah bana her sene bir veli kulunu gönderir ve haccımın kabul edilmediğini bildirir, demiş. Malik b. Dinar:
-Peki günahın nedir ki demiş. Genç anlatmaya başlamış:
Benim salih, iyi yürekli bir babam vardır. Ben bir zamanlar hep içki içer ayyaş gezerdim. Söz, nasihat dinlemezdim. Babama hakaret ve küfrettiğim halde babam bunları sabırla karşılar, merhamet ve şefkatini benden esirgemezdi.
Gene bir Ramazan ayı gecesi sarhoş bir şekilde yol kenarına sızmıştım. Zavallı babam beni çok aramış ve bulunca, yumuşak ve tatlı bir sesle:
-Haydi evladım evimize gidelim diyerek elini uzattı. Bütün isyankarlığım üzerimdeydi, babama şiddetli bir yumruk savurdum, yere yığıldı. Acı içinde gözünü tutarken,
-Hakkım sana haram olsun, dedi. Attığım o yumruk babamın gözünün kör olmasına sebeb olmuştu. Sonra çok pişman oldum, babamdan af diledim fakat beni affetmedi. Ben de artık hep Allah’a babamın beni affetmesi için yalvarıyorum, demiş.
Gencin hikayesini ağlayarak dinleyen Malik b. Dinar:
-Haydi gel seninle babana birlikte gidelim, demiş. Genç adamı alarak ihtiyarın evine varınca arif ve bilge zâtın evini ziyaretle şereflendirmesinden hoşnut olan adam evladını bu sevinç içinde affetmiş.
Konu ağlamak olunca hikayenin beni hüzünlendirip ağlatan en önemli yeri genç adamın ağlayarak Kur’an okumasıydı. Düşünün ki bu haldeki bir kişinin tövbesi dahi bakın kolaycacık da kabul olmamış.
Ana- baba hakkı çok önemli. Allah’ü Teala Kur’an’da, anne ve babanıza iyi davranın, onlara hoş söz söyleyin, ‘’ÖF’’ bile demeyin buyuruyor. Rabbenağfirlî, velivalideyye ve lilmü’minîne yevme yekûmül hisâb..diye namazlarda okuduğumuz duayı hatırlayalım. Bu duayı Cenab-ı Rabbülalemîn öğretmiştir. Manası, Hesap gününde beni, anamı ve babamı ve mü’minleri mağfiret eyle yarabbi! demek.
‘’Onlara keremli söz söyle’’ buyruluyor Kur’an’da. ‘’Ey Allah’ım, onlar küçükken bana nasıl merhamet ettilerse sen de onlara öylece merhamet et’’ diye dua etmemiz öğütleniyor. Ve anaya babaya isyankarlık en büyük günahlar arasında gösteriliyor.
Allah’a ibadet ve taatten sonra en büyük iyiliğin ne olduğunu soran sahabeye Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi vesellem anasına iyilik yapmak olduğunu söylüyor. Sonra kime? Diye soran şahsa Efendimiz tekrar tekrar annene diyor. Dördüncü defa sorulması üzerine babana, diyor. Bu yüzden anaya iyilik babadan da öncedir.
Bu konu üzerine ciltlerce kitaplar yazmış alimler, şiirler dizmiş şairler.. Romanlar yazmış edipler… Ne desek az gelir. Lütfen anne babalarımıza daha nazik davranalım. İncitmeyelim. İhtiyaçlarını karşılayalım.
MERHAMETİN GÖZYAŞLARI dedim yazıma. Zira bugün aramızda merhametten ağlayan liderler var artık. Üzerimizden rahmet eksik olmayacaktır inşallah.
Ne mutlu acımaktan dolayı ağlayanlara, sevgiden, merhametten kalplerini hüzün bürüyenlere…
GÖZYAŞI VE TUZ ADLI YAZIMIN LİNKİDİR..
GGghttp://www.habername.com/yazi-gulsen-nurdogan-gozyasi-ve-tuz-9713.htm