Mekân / “sanat” tasavvuru: Tevhid'in tecelliyâtının tecelliyâtı

xxxx1

İslâm medeniyetinin fiilen yaşamıyor oluşunun en temel nedeni, teşbîhî boyutun, yani beşerî şuur düzleminin inşa edilememesidir. Bu mesele kavranamadığı için, yanlış sorular sorup, yanlış cevaplar üretmekten kurtulamıyoruz.

İslâm düşüncesinin özgünlüğü, tevhid'e dayalı olmasında gizlidir. Tevhid'in tek başına bir anlam ifade etmesi mümkün değildir. İslâm medeniyetinin Tevhid'e dayanan iki temel ekseni; üç de temel motoriği vardır.

İki temel eksen, kelime-i tevhid ya da kelime-i şehâdette ifade edilir: Birinci şehâdet, tevhid'in tenzîhî / aşkın (=ilâhî alana açılan) boyutunu; İkinci şehâdet ise, tevhid'in teşbîhî / içkin (=beşerî alana açılan) boyutunu oluşturur. Birinci şehadet, İslâm medeniyetinin yaratıcı ruhunu, yani aslî dinamikleri; ikinci şehâdetse, Hz. Peygamber'in sîretinde ve sûretinde tahakkuk eden kurucu irade'sini yani usûlünü verir bize. Birinci eksen, asliyât; ikinci eksense bu asliyâtın, bizzat Hz. Peygamber'in sîretinde ve sûretinde tecellîyâtıdır.

Sadece bu iki ekseni gözününde bulundurarak, İslâm'ı hayatımızda münferiden ve müştereken vücut buldurtabilmemiz ve vücut oldurtabilmemiz mümkün değildir. Hz. Peygamber'in sîretini bizim sûretimiz ve sîretimiz hâline dönüştürmemiz şarttır.

İşte bunun için, ikinci tecelliyât diye tarif edebileceğimiz üçüncü bir alan inşa etmemiz gerekiyor. Bu üçüncü alan'ın ne olduğunu ve nasıl tahakkuk ettirilebileceğini İslâm'ın hayata geçiriliş süreçlerini ya da motoriklerini kavradığımız zaman idrak edebiliriz.

Üç temel motorik, sırasıyla, Tevhid, Tenzih ve Teşbih boyutlarından oluşur. Tevhid, ancak tenzih ve teşbih düzlemlerinde tecellî ettiği zaman, insan hayatında hayatiyet kazanabilir. Tevhid boyutu, mekke sürecinde münferit müslim şahsiyet inşasıyla; Tenzih boyutu medine sürecinde müşterek mümin şahsiyet inşasıyla tahakkuk ettirilmiştir.

Teşbih boyutu ise, vahiy bitmesine rağmen vahiyle mücehhez kılınması gereken üçüncü bir alan'dır: İşte bu üçüncü alan, medeniyet sürecine denk gelir ve medeniyet sürecinin işetilebilmesi için, Hz. Peygamber'in sîretinde tecellî eden Tevhid'in bizim sûretimizde tecellî ettirilmesi bizim mükellefiyetimizdir: O yüzden bu teşbîhî alan'ın inşa edilebilmesi, vahyin olmadığı bir zamanda ve mekânda tahakkuk ettirileceği için, zamanın ve mekânın İslâmî bir sûrete büründürülmesi ile mümkün olabilir. Eğer zamanı ve mekânı İslâmî bir sûrete büründürememişsek, bunun nedeni, sîretimizi (ruhumuzu, hayatımızı, bedenimizi) İslâmî bir sûrete dönüştüremeyişimizdir.

Müslümanların bu teşbîhî alanı terk etmeleri, İslâmîleştirme çabası içine gir/e/memeleri en yakıcı sorunumuzdur. İslâm'ı sadece tenzîhî boyuta endekslemek, Allah'ı hayatımızdan uzaklaştırmakla, sadece teşbîhî boyuta endekslemek ise insanı (nefsini, arzularını, dünyayı vs.) tanrılaştırma açmazıyla sonuçlanabilir. Yaratıcı'nın hayatımızın her alanında tecellî etmesi teşbîhî boyuta (medeniyet sürecine) hayat ve hayatiyet kazandırmakla mümkün olabilecek bir şeydir.

Onun için temel meselemiz, mekke (ilâhî şuur) ve medîne (peygamberî şuur) süreçlerini eksene alarak, vahiyle kopmaz bir irtibat kuran beşerî şuuru hayata geçirebilme meselesidir. Beşerî şuurun tahakkuk ettirilebilmesi, Hz. Peygamber'in sîretini sûretimiz hâline getirebilmekle mümkün olabilir. Ki bu da, önce "zihnî" (aslî, tasavvurî, ilâhî), sonra irfanî (tenzihî, peygamberî) idrak düzlemleriyle donanarak gerçekleştirilen bir soyutlama ve müşahhaslaştırma (kavrama ve uygulama) işlemiyle gerçekleştirilebilecek bir ameliyedir.

İşte bu ameliyenin gerçekleştirilebileceği alan, en geniş anlamıyla, "sanat"tır. Sanat, ilahî / tevhîdî hakîkatin peygamberî sîrette tecelliyatının beşerî sûrette yeniden tecellî ettirilmesi işlemidir: Yani zamanın ve mekânın İslâmîleştirilmesi çabasıdır. Kendimize ve etrafımıza şöyle bir bakalım: Zamanımızı ve mekânımızı ne kadar İslâmîleştirebiliyoruz? Sadece müşterek düzlemde değil, münferit düzlemde de…

Aslında Turgut Cansever'in üçüncü alan'ı / mekân'ı inşa etme sürecinde bize söylediklerini ve yaptıklarını sözkonusu edecektim ama yerim kalmadı. Pazartesi günkü yazıya artık…