Medya, temel anlamıyla bilgilendiren, bilgi veren, bilgi taşıyan kitle iletişim araçlarının tümüdür. Fakat ülkemizde medyanın enformasyon işlevi gördüğünü, insanları bilgilendirdiğini, ufkunu açtığını söylemek mümkün değildir. Zira, ülkemiz medyasının kendisine biçtiği misyon, enformasyon işlevinden daha çok dönüşüm mekanizmasıdır. Medyaya hakim olan zihniyet, toplumu dönüştürmek, kendi arzuladığı bir dünya görüşü etrafında biçimlemek ve kendileri gibi yaşayan, kendileri gibi düşünen bir insan prototipi oluşturmak için var gücüyle çabalar. Gerek yazılı gerekse görsel medyaya hakim olan zihniyet, insanlarımızın nasıl giyineceklerine, neyi tercih edeceklerine, neyi tercih etmeleri gerektiğine onlar adına karar verir. Bu kararları da yaptıkları programlarla, dizilerle insanların önüne bir hap gibi koyar. İnsanlarımız da, kendi önlerine konulan hazırlop fikirleri, dönüştürme operasyonunun artıklarını kendilerine yutturulan sanal kahramanların üzerinden aynen kabul eder. Bugün, sıradan bir insanın başına gelse aile faciası çıkabilecek Aşk-ı Memnu dizisindeki olaylar, vaka-i adiyedenmiş gibi izleniyorsa, bu dizinin insanların zihinlerine sokuşturduğu zehir aynen kabul ediliyorsa, bunda medyanın zihinleri dönüştürme operasyonunun ne kadar başarılı olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekir. İnsanlar, bu zehirli sarmaşık gibi etrafımızı kuşatan dizilerin kendilerine sunduğu ahlaksızlığı, gayri meşru ilişkileri sıradan bir olaymış gibi izliyorlarsa, bu dizilere Türk aile yapısını koruma adına hiçbir müdahalede bulunmayan ilgili kurum RTÜK'e de bir çift sözümüz olmalıdır: "Orası babanızın çiftliği mi? Televizyonlardan gelen reklam paylarını yemek için mi oradasınız?"
Medyanın toplumu dönüştürmek için kullandığı bir diğer manivela da, renkli magazin olayıdır. Toplumun önünde yürümesi gereken sanatçıların özel hayatlarını, nerelerde gezip nerelerde tozduklarını gözümüzün içine sokan magazin programları, maalesef insanlarımızda bir empati kırılmasına yol açmışlardır.
Kimin eli kimin cebinde belli olmayan bu renkli yaşantıları izleyen halkımız, öyle bir çelişki içinde kalmıştır ki, "Keşke benim de bu kadar param olsa, keşke ben de böyle bir hayat yaşayabilsem, keşke ben de böyle olabilsem" diyerek, hayatları mantar bu tiplere öykünerek kendilerine yeni hayaller kurmuşlardır. Rahmetli hocamız Ünsal Oskay, magazin üzerine kendisiyle yaptığımız bir röportajda, "Magazin hayatın kendisidir. Magazin sokaktaki insanın yaşantısıdır. Bazen bir simitçi, bazen bir sucu bile magazin haberi olabilir" demişti.
Oysa, ülkemizdeki medya zihniyeti, magazini bize sanatçıların, ne idüğü belirsiz mankenlerin renkli yaşantıları, ışıltılı hayatları olarak sunarak, toplumsal bir kıskançlığın temellerini atmaktadırlar. Geçtiğimiz hafta TV8 ekranlarında izlediğimiz Salı Sefası'nda Oktay Kaynarca, kendi başına gelen bir magazinel faciayı anlatıyordu. Kaynarca, verdiği bir röportajın magazinciler tarafından nasıl çarpıtıldığını dile getirirken, programın konuğu olan gazeteci-televizyoncu Nebil Özgentürk, "Magazin gazetecileri sabahtan akşama kadar çalışan, asosyal insanlardır. Onların bu durumuna da hak vermek lazım" mealinde bir şeyler söyledi.
Bu fikre kesinlikle katılmıyoruz... Magazinciler, bilinçli, kasıtlı olarak bunları yapmaktalar. Onların amacı, düşünmeyen, konuşmayan, sorgulamayan, hesap sormayan, gördüklerine ayran budalası gibi bakıp bu dünyanın imkanlarına sahip olmak isteyen bir toplumsal yapı oluşturabilmek. Magazincilik adına ortaya koydukları paparazzicilikle, ışıltılı dünyanın zehirlerini kafalarımıza doluşturabilmek. Gayri meşru ilişkileri, kötülükleri içselleştirebilmek.... Ahlaksızlığı bünyemize zerketmek! Böyle bilinçli bir harekatı, asosyal birilerinin başarabilmesi mümkün mü?