Bir ayağı Türkiye’de olan Alman Yeşiller Partisi eş-başkanı Claudia Roth geçmişte kendisiyle söyleşi yapmış bazı gazetecilerin şimdi kaçınmalarını ‘yayınlatamayacakları’ gerekçesine bağlamalarına şaşırmış. “Önce paranoyak olduklarını sandım, sonra gerçeği söylediklerini gördüm” diyor.
“Medya korku içinde” tespiti dün Cumhuriyet’te sekiz sütuna manşetti.
Hayır, “Söyledikleri yayınlandığına göre tespitinin yanlış olduğunu anlamıştır” diyecek değilim; görüşü başkaları tarafından da paylaşılıyor çünkü... İçte ve dışta ‘Türkiye’de basın özgürlüğü’ konusunda ciddi kaygılar taşıyanlar var. AB’den, ABD’den gelen eleştirilerde ön planda tutulan konu daha çok bu...
Görüntüyü bozan gerçeklere kimse kulak tıkamamalı. Türk Ceza ve Terörle Mücadele kanunlarındaki yazanı-çizeni cezalandırmayı öngören yasa maddeleri hâlâ yerli yerinde duruyor. ‘Cezaevindeki gazeteciler’ genel başlığı altına girenlerin çoğu bu maddelerin mağduru.
Hükümetin şiddet ile fikir özgürlüğü arasındaki çizgiyi daha kalınlaştıracak düzeltmeler yapma vaadini yerine getirmesini bekliyoruz.
Çalıştıkları gazeteler ve televizyonlardan ayrılmaları gerekmiş bazılarının sıcağı sıcağına yaptıkları açıklamalardan medya yöneticileri ve patronlarının üzerlerinde baskı uyguladıklarına dair bir anlam çıkmıyor; pek çok ünlü gazetecinin aksine açıklamaları var. Bir-iki aykırı örneğin ise haklarında açılan hakaret davaları sebebiyle gazetelerine hayli pahalıya mal oldukları biliniyor; öylelerinin arkasından “Oh gitti de kurtuldum” açıklaması yapan patronlar çıktı.
Alman hemşehrimiz Claudia Roth’un “Medya korku içinde” manşetini attıracak eleştirilerini, ya da ismi bilinen bir meslektaşın “Sıra bir gün herkese gelecek” yakınmasını nereye koyacağız o halde?
Şunu fazla gecikmeden söylemeliyim: Dünyanın hiçbir yerinde basın özgürlüğü altın tabak içerisinde sunulmuş bir âtıfet değildir; özgürlük için her gün mücadele verilmesi gerekiyor. ABD’de de, ileri Batı demokrasilerinde de... Bugün bizde şikâyeti yapılan pek çok eleştiri malzemesi o ülkelerde de zaman zaman söz konusu olabiliyor. Ancak oralarda, gazeteciler, şikâyet yerine gasp edilmek istendiğine inandıkları özgürlükleri için kıyasıya mücadele ediyorlar.
Gazetecilik mesleği adına özgürlük mücadelesi veriliyor da biz mi duymuyoruz bu ülkede?
Kapalı kapılar arkasında patronlarını çekiştirenler var. Yakaladıkları yabancılara, Claudia Roth örneğinde olduğu gibi, “Yazamıyoruz, yazdırmıyorlar” diyen de hayli fazla. Konumunu kaybettiği için âniden ‘özgürlükçü’ kesilen tipler de hiç az değil. Toplum içerisinde küçücük azınlıkların iktidarlarını temsil ettikleri halde nasıl olmuşsa ‘makul çoğunluk’ gibi görünmeyi bilmiş, güçsüz hükümetler karşısında efelenerek kendileri ‘erk’ haline dönüştürmüş niceleri, etrafa eskisi kadar korku salamadıkları için bugünlerde kıyıya itiliyor da olabilir.
Medyayla ilgili sorunun bir değil iki yüzü var sizin anlayacağınız: İlki, varlığını hâlâ sürdüren bazı yasa maddeleri yüzünden mağdur olan, cezaevlerine tıkılan veya yargılanan gazeteciler sorunu... İkincisi ise, kendilerini büyük gösteren sirk aynası kırılıp esas görüntüleri ortaya çıkınca ne yapacağını bilemez hale gelenlerin sorunu...
İlk sorunun varlığı ikinci soruna muhatap çapsızlara gerekçe teşkil ediyor.
Fr. Roth müsterih olabilir.