Bencillik de diğergamlık da insandaki fıtri hisler arasında yer alır. Bunların nasıl yönetildiğine göre de dışa yansımaları farklı olur. İslam bencilliği hiçbir şekilde onaylamazken, diğergamlığı (altruism) teşvik eden müesseselere sahiptir. Kapitalizm ise pür haliyle diğergamlık müessesesi ile herhangi bir şekilde ilgilenmez ve onu makbul saymazken, bencillik yani homo economicus kapitalizmin refah, rekabet gibi merkeze koyduğu kavramlar arasındadır.
Kapitalizmin bu pür, doğal ve ilk hali; sosyal devletle nisbi olarak yumuşatılmışken, sonraki süreçte insancıl kapitalizm, bencilliğin karşıtı olarak altruism, beşerî sermaye, sosyal sermaye, insanı robotlaştıran ve sayısallaştıran matematiksel yaklaşımlar yerine insan psikolojisini merkeze alan davranışsal iktisat, nöro ekonomi gibi henüz kurumsallaşamayan düşüncelerle de geliştirilmiştir. Ekonomik ilişkileri de ilgilendiren ve esasen birey merkezli gelişen ‘empati’ de pür kapitalist anlayışa karşı gelişen müesseseler arasındadır. İnsanı bencil ve rasyonel kabul eden ‘homo economicus’un tahtına içerinden gelen bu itirazlar ancak ağır bedeller ödendikten sonra taraftar bulabilmiştir.
Oysa kapitalist sistemin aksine bu kurumları içsel bir teşvikle hayata geçirmesi İslam iktisadının ayırt edici yanını oluşturur. İçsel yan insana dair olduğundan da bir medeniyet perspektifidir. Zira kapitalist sistemin kurumsallaşma adına kamusal zorlama ile karşılamaya çalıştığı bu ihtiyaç, birinci basamakta (zekât ve örfi vergiler) zorunlu ise de, İslam iktisadı sahip olunan şeylerin toplum yararına kullanılmasını teşvik eden bir çok müesseseye sahiptir. Bir başka deyişle zorunlu (farz) olan zekâtın verilmiş olması Müslümanı sorumluluktan kurtarmaz. Zira haramın azabı varsa, helalin de hesabı olduğu bir başka ilkedir.
İslam medeniyeti bünyesinde barındırdığı kurumları sadece vakıflar vasıtasıyla etkinleştirmemiş, bugünkü deyimle devlet politikası haline getirmiştir. Abbasiler döneminde ve Endülüs’te İslam medeniyeti zirve yapmıştır. Her ikisi de barbar olan Moğollar ve Avrupalıların yaktıkları kütüphanelerden arta kalan ışık hüzmeleri bugünü dahi aydınlatmaktadır. Batının yok ettiği medeniyetler sadece İslam medeniyeti de değildir. İnsanlığın şimdiye kadarki bütün birikiminin üstüne oturması yetmezmiş gibi, zihinsel ve biliçsel propaganda ile insanlığın medeniyetleri ile bağlarını da kopartmaktadır. Vahşi Batı kılıç artığı bile bırakmamak için and içmiştir adeta…
(Not: ‘vahşi batı’ tanımlaması bilinçli kullanılmıştır. Amerika bu tanımlamayı geçmişte kontrol altına alamadığı Kızılderililer için kullanmıştır ama; hepsinin ‘hakkından geldikten-soyunu kuruttuktan’ sonra vahşi batı tabirini kullanacak kimse kalmamıştır doğal olarak… Oysa soykırım en büyük vahşettir ve bugün batı denince akla gelen ilk ülke de Amerika’dır).
Medeniyet insana dair bir kurumdur ve esasen ‘düşünen insan’ı merkeze alır. Düşünmek sadece insana dairdir çünkü… Ve insanın somut değil, soyut yanını temsil eder. Düşünmeyi ve medeniyeti somuta indirgemek insana hayatın inceliklerini görmesine izin vermez; kültür-sanat, edebiyat, mimari gibi... Moğollar çok güçlü bir orduya sahip olmalarına rağmen silinip gitmekten ve yaşadıkları toplum içerisinde erimekten kurtulamamışlardır. Arkalarında herhangi bir medeniyet izi bırakmadıkları gibi, Bağdat’taki insan ve kitap katliamı ve Japonya’daki kamikaze bozgunlarıyla anılırlar. Sovyetlerin yıkılış nedeni de budur. Onca ihtişamına rağmen, insanı sadece somuta indirgeyen, insanı ayakta tutan nice değer varsa ayaklar altına alan Sovyetler, kendi ağırlığının altında kalmıştır.
En parlak medeniyetlerden birisi olan Endülüs’ü ayakta tutan da askeri gücü değildi. Dönemin en ünlü filozofları, matematikçileri, tıpçılar, edebiyatçılar, tarihçiler, astronomi ilmiyle uğraşanlar için gerçek bir merkezdi. Ve işte tam da bu yüzden dönemin bilim dili de Arapça idi. Nitekim bugün İngilizcenin yaygınlığı da benzer sebebe dayanır. Özelde Amerika, ama genelde bütün Batı ve Japonya bu hususa büyük ehemmiyet vermekte, dünyanın neresinde olursa olsun bilimsel çalışmalarda öne çıkmış olanlar kendilerine bu ülkelerde zemin bulmakta ve saygı görmektedirler.
Medeniyet oluşturmanın birinci şartı herkese fırsat eşitliği verilmesi belki de… Eğer insanlar sürekli tedirginse; kimi şeyleri söylemekten sürekli endişe duyuyorsa, suni tabularla baskılanmışsa, medeniyet kodlarını çözümlemek de mümkün olmaz. Kimbilir; bugün batının bir adım ileride seyretmesinin sebebi de budur. Avrupa bugün kendi içerisinde ve kendi koşullarında bunu işletmektedir. Suni tabuları yoktur mesela… İşte bu da bir tür medeniyettir. Vesselam…