O Arabanın içine iyice bakın.
Masonluk veya Farmasonluk kendini din yerine koyan ve bütün dinlerden üstün olduğunu iddia eden gizli ve uluslararası bir "kardeşlik" hareketidir.
İslam ile Masonluk uyuşur ve bağdaşır mı?
Bağdaşmaz. Çünkü İslam, Allah katında makbul ve geçerli tek hak dindir. Hak din veya nizam olmakta müşareket (ortaklık) kabul etmez.
Dünya üzerinde bir tek Masonluk değil, çeşitli Masonluklar vardır.
Bir kısım Mason teşkilatları "Kainatın yüce Mimarına" inanır, bir kısmı ise agnostik veya ateisttir.
İslam dini her iki Masonluğu da reddeder. Çünkü Masonlukta, Resulullah Muhammed Mustafa'ya iman şartı yoktur.
Türkiye'de Farmasonluk İslam dini, İslam Hilafeti ve Şeriat idaresi ile açık veya gizli mücadele etmiştir.
Son gerçek Halife Sultan Abdülhamid'i Masonlar, Jön Türkler ve Dönmeler devirmiştir.
Masonlar Müslümanların içine sızmışlar mıdır?
Son devrin üç reformisti Cemalüddin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza Farmasondu.
Bazı sarıklı Farmasonlar, dinde reform yapmak, Ehl-i Sünneti yıkmak niyet ve amacını gütmüşlerdir.
Osmanlı devletinde bazı sarıklılar ise yükselmek, çevre edinmek için mason olmuşlardır.
Osmanlı'nın son Şeyhülislamlarından biri Mason olmuştu ama Ehl-i Sünnet İslamlığının sınırlarını aşmamış, dinden taviz vermemiş, reformculuk yapmamıştı.
19'uncu asrın ikinci yarısının ünlü sarıklı Farmasonu Cemalüddin Afganî taqiyye yaparak Müslümanları aldatan biriydi. Çünkü İranlı olduğu halde kendisini Afgan gibi göstermiş, Şiî olduğu halde Sünnî postuna bürünmüştür.
Onun Bahaîlikle ve Bahaîlerle de ilgisi olduğu iddia edilmektedir.
Gariptir, Kahire'de yaşadığı yıllarda Yahudi mahallesinde ikamet etmiştir.
Ülkemizin aykırı fikirleriyle tanınmış bir reformcusu "Afganî'yi karalayanlar onun taharet/tuvalet bezi olamazlar" diyerek Ehl-i Sünnet ulemasına, fukahasına, meşayihine, dolaylı olarak Sultan Abdülhamid Han'a hakaret etmiştir.
19'cu asrın sonlarında ve 20'nci asrın başlarında Afganî'yi ve Abduh'u beğenen bazı Ehl-i Sünnet Müslümanları olmuşsa da, bu ikisinin ve sacayağın üçüncü ayağı Reşid Rıza'nın içyüzü belgelerle ortaya çıktıktan sonra onları beğenen, tasvib eden herhangi bir Sünnî din alimi, fakihi ve mütefekkiri görülmemiştir.
Ülkemizin ünlü aykırı ilahiyatçılarından biri bu üçlüye adeta âşıktır ve onları İslam'ı yüceltecek, Müslümanları kurtuluş ufuklarına götürecek büyük önderler olarak görmekte ve göstermektedir.
Afganî'nin bozuk fikirlerini ve görüşlerini red, cerh ve ibtal etmek için binlerce sayfa yazılsa yetmez. Onun en bozuk fikri, ictihad yapmaya yeterli ilmi ve ehliyeti olmayanların ictihad yapabilecekleri yolundaki kanaatidir.
Ehl-i Sünnetin müdafii, Osmanlı hilafetinini temsilcisi Sultan İkinci Abdülhamid Han hazretleri; Farmason, reformcu ve taqiyyeci Afganî'nin içyüzünü anlamış ve onu Teşvikiye'de bir konağa haps ettirmişti. 1897'de vefat ettiğinde Maçka'daki Dönmeler mezarlığında toprağa verilmiş, bilahare mezar taşını bir Amerikalı yazdırıp dikmiş, 1930'lu yıllarda, onun bir Afgan büyüğü olduğunu sanan Afganistan hükümeti tarafından kemikleri Afganistan'a getirilmiş ve büyük merasimle toprağa verilmiştir.
İran'daki Safevî Şiası Cemalüddin Afganî'yi, Cemalüddin Esedâbâdî olarak bilir ve kendisine hayır dua okur.
Türkiye'deki bir kısım Masonlar tarafından yayınlanan Mimar Sinan Mason dergisi (Sayı 127, 2003) Cemalüddin Afganî hakkında bir özel sayı yayınlamış ve bu sarıklı Farmasonu göklere çıkartmıştır.
Bir kısım reformcu, yenilikçi, değişimci, aykırı görüşlü İslamcılar, Afganî sevgisinde Farmasonlarla ittifak halindedir.
* (İkinci yazı)
Müslümanları Zelil Eden Dokuz Sebep
Müslümanları perişan, zelil, esir, darmadağınık, zebun, güçsüz kılan dokuz şeyi sayacağım. Bunların:
*Birincisi İslam dünyasının ve Türkiye Müslümanlarının itaat ve biat edeceği gerçek, ehliyetli, liyakatli bir Halife olmamasıdır. Yani İslam dünyası başsızdır. Başı olmayan bir vücut, bir gövde işte bugünkü gibi olur. Ümmet-i Muhammed'in bir Halife seçip ona biat ve itaat etmesi vaciptir. Bu konunun tafsilatı (ayrıntıları) İmamı Mâverdî'nin el-Ahkâmu's-Sultaniyye adlı kitabından okunabilir.
*İkincisi: Bilhassa ülkemiz için söylüyorum, Müslümanları bilgilendirecek, aydınlatacak, uyaracak, onlara nasihat edecek yeteri kadar icazetli, vasıflı, takvalı, ihlaslı gerçek ulema ve fukaha bulunmamasıdır. İcazetli ulema ve fukaha olmazsa din sahasında anarşi ve kaos olur, her kafadan başka bir ses çıkar ve bugün olduğu gibi söz ayağa düşer.
*Üçüncüsü: Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlığının zayıflamış ve parçalanmış oluşudur. Ehl-i Sünnet zayıflayınca din sahasını bid'atler istila eder, Müslüman yığınlar yoldan çıkar, itikat bozulur, beş vakit namaz büyük ölçüde terk edilir, halk şehvetlerine uyar, Ümmet sekülerleşir, İslam ahlakı terk edilir, genel, yaygın ve yoğun bir fitne ve fesat ortalığı istila eder.
*Dördüncüsü: İslam medreselerinin yıkılmasına paralel olarak tarikat ve tasavvuf kurumlarının ya yıkılması, yahut vahim şekilde dejenere olmasıdır. Tasavvuf ve tarikat İslam'ın derunî, bâtınî, mânevî boyutudur. Din ve Ümmet, Şeriat ve Tarikat ile uçar, yükselir, yücelir. Bu kanatlar kırılırsa alçalma, zeval, zillet başlar. Yakın tarihte gerçek tasavvufa ve tarikata en güzel örnek Kafkasya'da büyük mücahid, mü'minlerin emîri, Şeriat âlimi, Nakşî ve Kadirî şeyhi (Halid-i Bağdadî hazretlerinden hilafet ve icazet almıştır) Şâmil hazretleridir. O, tarikati askerî bir disipline sokmuş, müridizm sistemini çıkarmış ve Müslümanlardan yüz kat kalabalık ve güçlü Moskof ordularıyla savaşmıştır. Sonunda mağlub olmuştur ama o yenilgi aslında bir zaferdir. Allah ondan razı olsun.
*Beşincisi: Müslümanlar büyük ölçüde dünyaya meyl etmişler, fânî maddî zenginlikler peşine düşmüşler, öküzün kuyruğuna yapışmışlar, Allah yolunda ihlasla yapılan cihattan kaçmışlar ve zelil, esir ve rezil olmuşlardır.
*Altıncısı: Din ilimleri dünya ve dünyalık için tahsil edilir hale gelmiş; din, iman, Kur'an, Sünnet, Şeriat, mukaddesat ticareti yapılmaya başlanmış, dinî hizmet ve faaliyetlerde ihlas elden gitmiştir. Din ilimlerini dünya menfaati için tahsil etmek haramdır. Bir din aliminin, hizmet ve faaliyetlerini para kazanmak, zengin olmak, köşeyi dönmek, halka kendini beğendirmek, "Bu ne büyük alimmiş!..!" dedirtmek için yapması onu cehennemlik kılar. (Sahih-i Müslim, 1905 numaralı hadîs-i şerife bakınız.)
*Yedincisi: Öğütsüz, uyarısız ve denetimsiz kalan, kendilerine yetecek kadar ilmihal ve ahlak bilgisine sahip olmayan Müslüman halk yığınları maddeye ve paraya yönelmişler, kanaat ve iktisadı terk etmişler; lüks, israf ve sefahat (beyinsizlik) bataklıklarına batmışlardır.
*Sekizincisi: Kendi beyinsizlikleri ve emperyalist sömürgeci düşmanların entrikaları ile İslam dünyası irili ufaklı düzinelerce devlete ve emirliğe ayrılmış, bunların çoğunun başına zalim idareciler ve sultanlar geçmiş, yekûnu 1,5 milyar olan İslam aleminin gücü, etkisi kalmamıştır. Öyle ki, altı milyonluk İsrail'e diş geçirememektir. İslam dünyası, küfrün "Böl, parçala ve hükm et" siyasetinin kurbanı olmuştur.
*Dokuzuncusu: İslam dünyası Ömer bin Abdülaziz, Nureddin Zengi, Salahaddin Eyyubî, Fatih Sultan Mehmed, Şeyh/İmam Şâmil, Emîr Abdülkadir Cezairî ve benzeri âdil, âlim, mücahid, muttaki, muhlis liderler yetiştirememiştir.
(Not: Kur'anın, Sünnetin, Şeriatin, İslam ahlakının, hikmet-i İslamiyenin emirlerini, hükümlerini, ilkelerini hayata uygulayarak dine, imana, mukaddesata sırf Allah rızası için ihlasla, en ufak bir din sömürüsü bile yapmayarak gereği gibi hizmet eden gruplar ve cemaatler tenkitlerimizin haricindedir. Onları tenzih eder, selam ve hürmetlerimizi sunarız.)