Mardin Türkiye’nin 11 Eylül’üdür* (1)
4 Mayıs, yedi bin yıllık tarih, yedi dil, yedi kültür ve yedi din merkezi asil Mardin’e hiç yakışmadı. O gece, sadece Mardin’inin düğün evi değil, Mardin’in itibarı, Mardin’in geleceği kurşuna tutuldu; hem de kendi öz evlatları tarafından. O gece, yaratanıyla en yakın olduğu noktada, en korumasız olduğu anda 44 yakın cana ilişildi. Hem de çoluk çocuk, kadın, ihtiyar demeden! Böylesini belki bir Sırp bir Bosnalı’ya, bir Rus bir Çeçen’e, bir Japon bir Çinli’ye yapmadı. Hatta, böylesi bir infazı, belki de Afrikalı ilkel Hutu’lar ezeli düşmanları Tutsi’lere reva görmedi. Ancak, aynı ırktan, aynı dilden, aynı dinden, aynı ülkeden, aynı bölgeden, aynı şehirden, aynı kasabadan, aynı köyden, aynı mahalleden, aynı sülaleden, ‘for God’s sake’, aynı aileden kan kardeşleri birbirine reva gördü. Zahiri ve batıni sebebi ne olursa olsun, bu basit bir olay değil, bu bir milattır. Dahası var mı? Bölgenin “kangren olmuş” sosyal dokusunda artık kan kardeş kan kardeşe kıymaktadır. Bu Türkün Kürdü, Kürdün Türkü kırmasından daha feci bir olaydır. Gelinen noktada, bırakın din ve kader kardeşleri arasındaki ilişkinin zayıflamasını, aynı ninenin torunları arasındaki bağ paramparça olmaya yüz tutmuştur. Bu haliyle, 4 Mayıs, Türkiye’nin 11 Eylül’üdür.
11 Eylül terör eylemi Amerika için bir kırılma anıydı. Şu an esasında iki Amerika vardır; birisi 11 Eylül öncesi, birisi 11 Eylül sonrası. Bu şok terör eylemi, Amerikanın balansını bozmuş, muhakemesini zayıflatmış ve kafasını attırmıştı. Bu ruh haleti, Amerika’yı ucu açık ve pervasız maceralara sürüklemiş, dünyayı kana bulamış, dostlarını kendisinden uzaklaştırmış, düşmanlarını ise birbirine yakınlaştırmıştı. ABD 11 Eylül’den yanlış dersler çıkarmıştır. Dost düşman herkesin sempatiyle baktığı bu trajik olay, Amerika’nın yanlış tepkileri yüzünden, kimilerine göre yeryüzünün bu “yeni Romasını” daha yüceltmemiş, aksine sonunun başlangıcı olarak tarihe geçmiştir. Biz her ne kadar, yönetim ve toplum olarak tam farkına varmasak da, 4 Mayıs Bilge Köyü katliamı, tesirleri bakımından Türkiye’nin 11 Eylülüdür. Bundan sonra, Türkiye’de hiç bir şey eskisi gibi olamaz. Olmayacağından değil, olmaması gerektiğinden olamaz. Bu Türkiye için bir uyarıdır, hem de 44 can parelik. Dünyada artık hiç bir şey uzakta olmuyor; küçük bir köyün alt veya üst mahallesinde oluyor. Yeryüzünün aşırı fakirliğe ve sefalete terkedilmiş, atık madde ve sürgün yeri haline getirilmiş, adaletsizliğin hüküm sürdüğü, terör ve vahşet yuvasına dönüşmüş bölgelerinin sorunları dönüp dolaşıp dünyanın en emniyetli sanılan “refah adalarını” vurur hale gelmiştir. Artık bu devirde hiç bir sorun milli bir sorun değildir; hava kirliliği gibi, terörizm gibi, domuz gribi gibi, Filistin sorunu gibi. Bazı kesimler, doğru veya yanlıs, okyanuslarla çevrili, ulaşması zor, dolayısıyla askeri olarak en korunaklı olarak bilinen Amerika’yı kalbinden vuran elim 11 Eylül terör eylemini, dünyada haksızlığa ve adaletsizliğe karşı biriken bir “hiddetin” boşalması veya uzantısı olarak görmektedir.
Bazen bir felaket sonrası büyük bir yenilenme, büyük bir devinim olur. Stanford Üniversitesinden dünyaca ünlü gelişme ekonomisti Profesör Paul Romer bunu ikrar etmekte ve “asıl felaket, bir krizi fırsata dönüştürememektir”demektedir. Mardin olayı hepimizin yüreğini dağlasa da, bu büyük acıyı hafifletmenin en güzel yolu, her kesimden yerli veya yabancı bilimsel uzmanların, kanaat önderlerinin, siyasilerin, askeri ve mülki erkanın, kanı toprakta taze yurttaşlarımızın acısına ve anısına yakışır bir vakar ve tarzda, konuyu şahsi hesaplaşmalara, siyasi amaçlara alet etmeden analiz etmeleri ve dirayetli ve çözüme odaklanmış karar vericilerin de en “makul” çözüm önerilerini vakit kaybetmeden vatan borcu bilinciyle icra etmeleridir. Bu konuda, herkes kimsenin değil, kendi öz çocuğunun tedavisine çalışan araştırmacı doktor elbisesini giymelidir. Çok şükür, bu konuda olumlu bazı işaretler ufukta belirmektedir. Cumhurbaşkanı Gül Suriye gezisi sırasında, Başbakan Erdoğan da Bursa İl Kongresinde bu katliam vesilesiyle gündeme oturan Güneydoğu tartışmalarını Türkiye için “tarihi bir fırsat” olarak nitelemiştir. Gül ayrıca “10 senedir devlet sisteminin içindeyim; hiçbir dönemde olmadığı kadar, sivil, asker bütün kesimler ortak anlayış, işbirliği ve kordinasyon içinde” demektedir. Yine, devletteki ortak iradeye parallel olarak, her kesimden uzman, hasbiyane görüşlerini bu sayfalarda bir kaç haftadır belirtmektedir. Birlesmis Milletler binasının girişinde Sadi’ye atfedilen bir söz vardır: “İnsanlık birbirinin azasıdır”. Güneydoğudaki vatandaşlarımız bizim için azadan da ötedir; onlar başkası için sadece bir insandir belki, ama bizim için insandan da ötedir. Ayrısı, gayrısı mı var, bin yıldır biz onlarız, onlar biziz. O yüzden, son yılllarda belki de Türkiye’nın yaptığı en olumlu tartışma, bu elim hadise sonrası, Güneydoğu bölgemizin etraflıca masaya yatırılmasıdır. Haliyle şu an her uzman kendi alanından çözümler sunmaktadır. J. F. Kennedy der ki, “hiç bir sorun için, kocaman ve sihirli bir formül yoktur. Çözümler bir süreçtir; bir sürü gerçeğin bir araya gelmesidir”. Bir fili tanımlamaya çalışan körler gibi, her uzman yakaladığı noktaya göre bir tarif yapacaktır; mühim olan icradaki bir vizyonerin bu parçaları birleştirmesi ve bütünü yakalamasıdır. Bu anlamda, askeri, siyasi, kültürel, hukuki, dini, ekonomik, sosyal hiç bir çözüm önerisi, “mutlak çözüm” değildir; hepsi çözümün bir parçasıdır. Söz konusu olay hayatla ilgili bir sorundur; dolayısıyla münferit çözüm önerileri de olsa olsa hayatın sadece bir parçasına yöneliktir.
Devam edecek…
Prof. Dr. İhsan Işık, Rowan Üniversitesi Öğretim Üyesi & ATCOM Başkanı