Değerli dostlar geçen hafta vefat eden ve Fatih Camiinden görülmemiş bir kalabalık ile cenazesi kaldırılan Mahmut Efendi (Ustaosmanoğlu) ile çok önemli gördüğüm bir hatıramı paylaşmak istiyorum.
Merhum ile ilk önce 1975 yılında Beykoz Merkez Camii’nde bir ikindi namazı sonrası sohbetinin ardından karşılaştım. Sohbet sonrası herkes elini öpmek için sıraya girmişti. Benim arkamda da 5 yaşında sarıklı ve cübbeli bir çocuk vardı. Elini öptüm bana hiçbirşey demedi ancak hemen arkamdaki çocuğu öptü, sevdi. O çocuk halimle ilk karşılaşmamızda aslında gönül koymuştum. Belki de Allah c.c fakiri başka bir kapı için saklıyordu.
Beykoz’da oturduğumuzdan yine ara ara sohbetlerine giderdik. Bir defasında da Yuşa Camiine kalabalık bir grup ile yağmur duası için gelmiş idi. Hiç unutmam cami dışında abdest alıyordu ve naylonumsu bir peştemâl aldı üzerine zira yardımcılarından birisi su döküyordu abdest alması için. Yere dökülen suların üzerine sıçramaması için aldığı tedbir olduğunu öğrenmiş olduk o gün.
Bu yazıyı yazmama vesile olan merhum ile en önemli görüşmelerim ise yine kendi grubuna bağlı bir Kur’an Kursu olan Hekimbaşı’nda gerçekleşmişti. 1990-91 yıllarında çok değerli büyüğüm Cafer Ötkün’ün vesilesiyle yaz aylarında Mehmet Talu Hoca’nın (İsmailağa Cemaatinin ilk akademisyen hocalarından olduğunu biliyorum. Erzurum İslami İlimler Fakültesi) kontrolünde sadece İlahiyat öğrencileri ile Arap Dili ve Edebiyatı öğrencilerine yönelik medrese usulü iki aylık kursa iştirak ediyorduk.
Mehmet Talu Hoca (Allah kendisinden razı olsun) o dönemde biz kursiyerler için her hafta Çarşamba günleri birer konuşmacı getiriyordu. Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Abdurrahman Dilipak, Ümraniye Müftüsü Hasan Mezarcı ve Mahmut Efendi gelenler arasında idiler.
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı öğrencisi olduğum 1989-93 yıllarında eğitimimin yanında çocukluk aşkım olan gazeteciliği de yapıyordum. Allah kendisinden ebeden razı olsun İslam Mecmuası’nın unutulmaz Genel Yayın Yönetmeni Recep Koçak Ağabeyim fakiri keşfetmiş, neredeyse her sayı için bir yazı yazmamı ya da röportaj yapmamı arzuluyordu. Gençliğin verdiği o müthiş enerji ile bazı sayılarda iki üç yazı veya röportajım oluyor, müstear isimle de yazılarım yayınlanıyordu.
Merhum Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin arzusuyla o yıllarda İslam Mecmuası’nın her sayısında bir islam büyüğünün hayatına yer veriliyordu. Değerli GYY'im Recep Koçak Ahıskalı Ali Haydar Efendi’nin hayatını araştırıp yazmamı istediler. Ahıskalı Ali Haydar Efendi’yi en iyi kim bilir? Tabii ki vekili Mahmut Efendi. Allah’ın bir lütfu tam aynı anda Mahmut Efendi yukarıda bahsettiğim kursa konuşmacı olarak geldiler. Heyecanla meramımı kendisine ilettim. Verdiği cevap “Bakmak lazım” oldu. Anladım ki istihare yapacaklar. Bir ay sonra tekrar geldiler ve daha büyük bir heyecanla sorduğumda bu sefer “İzin çıkmadı” dediler. Bayağı üzülmüştüm ancak yapacak bir şey de yoktu ama o yazıyı mutlaka hazırlamalıydım. Kendisine, “Efendim yazıyı hazırlayınca size getiririm” dedim. “Olur”dediler.
Kolları sıvadım ve merhum Ahıskalı Ali Haydar Efendi ile ilgili yazımı yazmak için bismillah dedim. Bir de baktım ki merhumla ilgili yazılmış neredeyse hiçbir eser yok. İki ay boyunca İstanbul kazan ben kepçe misali tanıdıklarıyla yüz yüze görüşmeyi tercih ettim. İki oğlu ve eski bir milletvekili de olan damadının damadıyla görüştüm. Merhum oğlu Bahattin Gürbüzler hiç unutmuyorum Karaköy’deki iş yerinde Ali Haydar Efendi’nin çerçeveli renkli fotoğrafını duvardan indirip fakire verince ne kadar mutlu olmuştum.
Yazım İslam Mecmuası’nın Ekim 1991 sayısında yayınlandı. İsmailağa cemaati kendi aralarında “Büyük Efendi ile ilgili İslam Mecmuasında yazı çıkmış” diye hızla haberleşmişler ve o sayı hiç unutmuyorum özellikle İstanbul’da kısa sürede tükenmişti.
İslam Mecmuası’nı elime alıp söz verdiğim üzere Mahmut Efendi’ye götürmek üzere İsmailağa Camiine gittim. Yine bir İkindi zamanıydı. Odasına yaklaştığımda yaklaşık 25 kişinin çoğunun ellerinde su şişesi ile beklediğini gördüm. Görevli kişi “Buyur” dedi. Ben de, “İslam Mecmuasından geliyorum, Efendi Hazretleriyle randevum vardı” dedim. Görevli “Kardeşim ne bileyim senin Hürriyet veya Milliyet’ten gelmediğini. Zaten siz gazeteciler hep Efendi’nin söylemediklerini yazıyorsunuz” dedikten sonra sert bir şekilde “Geç sıraya bekle” dedi.
Tipik bir Karadenizli olarak normalde sabırsız birisiyimdir lakin o gün kendi kendime dedim ki, “Ey Kemal sesini çıkartma ve gir sıraya. Bekle bakalım ne olacak.” Aradan bir iki dakika geçti Mahmut Efendi geldi ve daha o görevli ile hiç görüşmeden “O gazeteciyi çağırın bakalım ilk önce onunla görüşeyim” dedi. Sübhanallah dedim ve odasına geçtim. Mübarek yere de oturtmayıp yanına oturttu beni. İslam Mecmuası’nı çıkarttım ve “Efendim bahsettiğim yazıyı tamamladım. Müsaadenizle okuyabilir miyim?” dedim. “Buyur” dedi. Okuyup tamamladığımda da “Sen benden güzel yazmışsın” diye de iltifat ettiler. Ve son olarak da “Habu sakalları biraz daha uzat” dedi.
İslam Mecmuası ve Kadın-Aile Dergisinde ilki 1990 Haziran sayısında olmak üzere 1998 yılına kadar onlarca yazı, röportaj ve haberlerim yayımlandı. O yazılarımın içerisinde merhum Ali Haydar Efendi ile ilgili yazdığım yazı benim için belki de en önemlisi idi. Bilahare Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde Ali Haydar Efendi ile ilgili maddede yazıma atıf yapılmış olması ayrıca sevindirdi. Allah c.c başta kurucusu merhum Mahmut Es’ad Coşan Hocamız olmak üzere fakire bu fırsatı veren Recep Koçak Ağabeyimden razı olsun. Mahmut Ustaosmanoğlu Efendiye de rahmet eylesin.