Durun bakalım, hop, bir dakika... Hafta sonu Bursa'da oynanan Diyarbakırspor maçında çıkan olaylar unutulup gidecek mi, yoksa olan-biteni dert edinip bir daha tekerrür etmemesi için gereken tedbirler alınacak mı? Tedbir almakla almamak arasında, ülkenin birlik ve dirliği açısından, derin bir uçurum var çünkü...
Tedbir alınmaz, yapılanlar yapanların yanına kâr kalırsa, kelin perçeminden hep birlikte tutabiliriz...
Bir kenti veya bir bölgeyi, ya da o kent ve bölgede yaşayan insanların hepsini 'şer işlerde ortak' olarak görerek mahkum etmek ilkel bir anlayıştır. 'Futbol fanatizmi' türü gerekçeler, “Tribünlere hakim olunamıyor” benzeri bahaneler, Diyarbakırspor'a yapılan çirkin tezahüratı asla hafifletemez.
O sloganların Bursa gibi bir kültürler meşheri bir kentimizde atılması, herhalde, Bursalıları da üzmüştür.
Üzmesi gerekir.
Diyarbakırspor'un Türkcell Süper Lig'te yarışan takımlar arasında bulunması, terör belâsından kurtulmak için çaba gösterilen Türkiye için büyük bir şanstır. Kendim de o vesileyle bir maç izlemek için Diyarbakır'a gittiğim için yanlış hatırlıyor olamam: Sonradan hayatını uğursuz bir siyasi eylemde kaybetmiş olan Gaffar Okkan'ın 'kardeşliğin yeniden tesisi için' ilk önerdiği tedbirlerden biriydi Diyarbakırspor'un 1. Lige çıkarması...
Bugün de Diyarbakır'ın spor kulübünün maç için gittiği her kentimiz, diğer takımlara gösterdiği hüsnü kabulden daha fazlasını Diyarbakırlı futbolcular ile taraftarlarına gösterirse doğru bir iş yapmış olur. İki puan fazla alabilmek ya da rakibi maç esnasında psikolojik olarak zora sokmak için, taraftar üzerinden 'bölücü' mesajlarla tribünleri kışkırtmak... Olur şey değil.
Hepimiz tek bir ağız olarak, “Hop, bir dakika” demek zorundayız. Olan-biteni küçümsemeye kimsenin hakkı yok.
Yaşanan bu olayı, son zamanlarda hemen her maçta görülen sahaya yabancı madde atmak, fanatik taraftarın sahaya girmesi, tribünlerde meşale yakmak gibi öteki çirkin taşkınlıklarla aynı kefeye koymak da mümkün değildir. O tür taşkınıkların önüne geçilmemesi, taraftarların aşırılıklarının dizginlenememesi gerçekten garip; kulüp-taraftar ilişkisi her türlü taşkınlık ve aşırılıkların önüne geçebilecek güçtedir bizim ülkemizde.
Oysa bugün olaysız maç geçmiyor bile.
Kim düşünmüşse yanlış düşünmüş; kulüp başkanlarının şeref tribününde yanyana oturması doğru değil. Evsahibi takımın kulüp başkanının yerinden kıpırdayamadığı maçlar yüzünden, tribün ağaları stadyuma hakim oluyor. Her başkan gitsin aynı takımı tutan yakın dostlarıyla birlikte otursun, sevinci veya acıyı onlarla birlikte doyasıya yaşasın. Başkanların nezaketten botokslu birer yüzle yanyana izledikleri maçlarda, seyircinin taşkınlığı daha da göze batıyor.
'Demokratik açılım süreci' açısından da ayrı bir önem taşıyor bu son olay; sorumlulara birlik ve beraberlik arayışına ilk nereden başlanması gerektiğini hatırlatarak... Her hafta yapılan maçlar, baştan sona, geride bırakmamız gereken eski dönemin özellikleri içerisinde geçiyor. Bir zamanlar Diyarbakır Cezaevi'ne tıktıkları insanlara günde bin kez İstiklal Marşı söyleterek birliği sağlayacaklarını sananlar, her maçın İstiklal Marşı ile başlamasını da icat etmişlerdi.
Diyarbakır Cezaevi'ndeki uygulamalar PKK'yı doğurdu. Maçların 'İstiklal Marşı' ile başlamasının da ilk bakışta sanıldığı türden 'birleştirici' bir formül olmadığı anlaşılıyor.