11.12.1993 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, o dönemde gazetenin yazarı Prof. Dr. Toktamış Ateş köşesinde şunları yazmıştı:
“Bu memlekette Müslümanlara zulmediliyor” diye şikayet ederler. Rahatça ibadet edemiyoruz derler. Hatta bir zamanlar camilerin ahır yapıldığı gibisinden saçma savlarda ileri sürerlerdi. Ama baktılar ki inandırıcı olamıyor vazgeçtiler.”
“…ben kendimi bildim bileli bu toplumda hiçbir çarşaflı kadın çarşaf giydiği için eleştirilmedi. Ama başı açık olduğu için ya da etekleri kısa olduğu için rahatsız edilen çok kadın duydum. Hangi zulümden söz ediyorlar?”
1924 anayasasının orijinal metnine bakıldığında 29 Ekim 1923 (29.10.1339) 364 sayılı kanunla ikinci maddede aynen şöyle der: “Türkiye Devletinin Dini Din-i İslam’dır.”
1928 den önce laiklik yoktu. Laiklik 1937 de Anayasaya girdi. Öyleyse Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasıyla Anayasanın ikinci maddesi gereğince Laik Cumhuriyet değil “İslam Cumhuriyeti” oluyordu. Herhalde buna kimsenin itirazı olmaz.
Cumhuriyeti ilan eden ikinci meclis 11.08.1923 de çalışmaya başlamış, ikinci devrenin ilk oturumunda Bilecik Milletvekili Dr. Fikret Bey, milletvekillerinin nasıl yemin edeceklerine dair bir takrir vermiştir. TBMM ikinci devresinin “bir numaralı kararı” olarak kabul edilen yemin şekli, bu günkü gibi “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacaklarına” dair değil, “Allahın adına” yemin ediyorlardı.Yeminin sonu “Vallahi” diye bitiyordu.
O dönemlerde iki bakanlık dikkatimizi çekiyor. Biri “Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti” diğeri “Adliye ve Mezahip Vekaleti” dir. Yani ilki şeriat işlerini görmekle vazifeli bakanlık, diğeri de mahkemelerin şeriat usüllerine göre çalışıp çalışmadıklarını takip etmek, mezheplerle ilgili işlemleri organize etmekti.
1924 anayasasının 26. maddesinde “Ahkam-ı Şer’iyyenin Tenfizi” demektedir. Bilmeyenlere söyleyelim; Şeriat hükümlerinin uygulanması TBMM nin vazifesidir demektir.
10 Nisan 1928 tarihinde İsmet İnönü ve arkadaşlarınca verilen bir teklifle 1222 sayılı kanunla Anayasadaki İslam ve Şer’i hükümler çıkarılmıştır.
Mustafa Kemal, 7 Şubat 1923 te bir Çarşamba günü Balıkesir Zağanos Paşa camisinde çizmeleriyle minbere çıkmış ve millete konuş yapmıştı. Merak ettiğim şey, çizmelerini neden çıkarmadı ve öncesiyle de abdest almış mıydı? Bir de neden Çarşamba günü de Cuma günü değil?
“Uğur Mumcu; Kazım Karabekir Anlatıyor” kitabının 94. sahifesinde M. Kemal’in şu sözü yer almaktadır: “Evet Karabekir, Arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’ anı Türkçeye tercüme ettireceğim. Böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edipte aldanmakta devam etmesinler…”
Arap oğlu dediği Peygamber Efendimizdir. Yave dediği de Kur’ an-ı Kerimdir.
19 Ağustos 1923 günü M. Kemal, Latife hanım ve İsmet Paşa, Kazım Karabekir’in evine yemeğe gelmiş, Lozan’dan sonra yapılacak işler konuşulmuş, bu görüşme esnasında şu dehşetli fikri İsmet Paşa ortaya atmıştır:
“Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız.” (a.g.e., s.97)
1.Dünya savaşında bir çok cephelerden mağlubiyetle çıkan, asker kaybı, on binlerce şehit, toprak kaybı, ekonomik kayıp, milletin fakirliğe düşmesi, mutfağında yiyeceği kalmayan bu millete daha sonra ne icraatlar uygulanmış;
Tevhid-i tedrisat kanunun çıkmasıyla (7 ocak 1924) harpten yaralı ve bitap çıkmış bu Müslüman millet çocuklarına dini eğitim verememeye başlamıştır.
Dini mahkemeler kaldırılmıştır.
Şapka kanunu çıkarılmıştır. (25 Kasım 1925) Karnı aç bu millet şapkamı yiyecekti?
Milletin manevi kaynağı ve dinamizmini oluşturan tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. (30 Kasım 1925)
İsviçre medeni kanunu Türkçeye tercüme edilerek kabul edildi. (17Şubat 1926)
İtalya ceza kanunu Türkçeye tercüme edilerek Türk Ceza Kanunu olarak kabul edildi. (1 Mart 1926)
İlk Türkçe Hutbe İstanbul’da okundu. (3 Şubat 1928)
Harf inkılabı yapıldı. (1 Kasım 1928)
Arapça harflerle dilekçe yazılması ve kitap basılması yasaklandı. (1 Ocak 1929)
İstiklal mahkemelerinin astığı insan sayısı tam olarak bilinmemekle beraber 250 bin civarındadır. Kendisi de istiklal mahkemesine çıkan Şevket Süreyya Aydemir, “Suyu Arayan Adam” adlı eserinde bir çok hatıralar yazmaktadır.
Dr. Rıza Nur’ un “Hayat ve Hatıralarım” adlı dört ciltlik kitabın 4. cildinde de bir çok hatıralar bulacaksınız.
M. Akif Ersoy, Düzceli Zahid-ül Kevseri 1925 yılında yurtdışına çıkmak mecburiyetinde kalmışlardır ve Mısıra gitmişlerdir. 1936 yılının yaz mevsimine kadar kalmışlardır.
4 Şubat 1926 günü İskilipli Atıf Hoca, sabah namazından sonra idam sehpasına giderken infazı keyifle seyreden Kılıç Ali Atıf Hocanın başına pis bir şapkayı geçirmiş ve “Giy domuz” diye hakaretler yağdırmıştı.
Saadettin Kaynak Türkçe Kur’ anı ilk defa Fatih Camisinde okuyordu.
22 Ocak 1932 de Hafız Yaşar tarafından Yerebatan Camiinde okundu.
İlk Türkçe hutbe 5 Şubat 1932 de Süleymaniye Camiinde okunuyordu.
Tarihi eserlerimiz, evraklarımız, Bulgarlara okkası 3 kuruş 10 paraya satıldı. Evrakları satanların başında İstanbul vali vekili Fazlı Güleç ile Defterdar Şefik Bey vardı. Bulgar albayı ile anlaşıyorlar. Balyalar halinde vagonlara yüklüyorlar. Her balyanın üzerinde 200 okka yazıyordu. Böylece 40 vagon evrak yurt dışına çıkarılmıştır.
Arapça ve Osmanlıca yasaklandığı için Trakya taraflarındaki kütüphanelerde mevcut eserler sokağa atılarak üzerine gaz dökülüp yakılmıştır. Konya’nın Koyunoğlu Kütüphanesi, Karaman Kütüphaneleri sokağa atılan kitaplardan meydana gelmiştir. Amerika’nın tarihi bile bizdeydi.
Askeri müzenin tarihi evrakları İzmit Kağıt fabrikasına gönderildi.
Sultan Ahmet teki askeri arşivdeki 80 bin ton arşiv de İzmit Kağıt fabrikasına gönderildi.
Kitabelerin imha edilmesi ve türbelerin kapatılması için CHP tarafından hazırlanan ve Rize Mebusu Ekrem bey tarafından verdirilen kanun teklifi ile 19.05.1927 günü yapılan toplantıda kabul edilmiştir.
Sirkeci Garının yanındaki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camisi, 50 sene pavyon olarak kullanılmıştır. (Bu hafta Cuma namazını orada kılmıştım. Sesi okuması konuşması ile düzgün bir imam gerekir oraya. Beğenmedim hutbeyi okuyan ve namazı kıldıran imamı. İstanbul İl müftülüğüne duyurulur.)
İkinci dünya savaşının devam ettiği yıllarda Sultan Ahmet Camisi han ve depo olarak kullanılmıştır. Askerler atını bağlamış, satıcılar içeri girerek bağıra bağıra satıcılık yapmışlardır.
Beyazıt ta ki Yahya Efendi camisi, Manifaturacılar çarşısında ki Voynuk Şucauddin Mescidi şimdi nerede acaba? İkisinin de yerinde yeller esmektedir.
Hidayet camisi Türk Ticaret bankasının ardiyesi olarak kullanılıyordu.
Demirtaş mescidi depo;
Hacı şaban mescidi imalathane;
Kayalar mescidi ikametgah;
Küçüksu, Simkeşhae ve Darülkurra camileri de Halk Partisi ocak merkezi olarak hizmet görüyordu.
Kasımpaşa Kuzeydeniz saha komutanlığı içindeki Fatih zamanında Kaptan-ı Derya için yapılan cami yatakhane olarak kullanılmıştır. Şu anda saha komutanlığının elindedir. Cami Asliyetine uygun tekrar iade edilecek mi merak ediliyor.
Gaziantep Mehmet Paşa Camisi Arkeoloji müzesi olarak uzun zaman kullanıldı. Ayrıca 30 kadar mabette CHP nin iktidarı tarafından parti mensuplarına “kelepir” fiyatına satıldı. Bazılarının da mihrabı hala durmaktadır. Mesela daracık mahallesi daracık sokakta bulunan Hamza Bey mescidi (öksüz cami) şimdi ev olarak kullanılmaktadır. CHP iktidarı bu mescidi 45 liraya satmıştır.
CHP iktidarı Bekir bey mahallesi Yazıcık caddesi üzerindeki mescidi de 80 liraya satmıştır. Bu mescid atölye olarak kullanılmıştır.
Ayasofya da 481 sene Ezan-ı Muhammedi okunmuştur. 24 Kasım 1934 tarihli bakanlar kurulu kararı dedikleri kapatma kararı ya da müzeye çevrilme kararının aslı olmadığı, yalan ve sahte imzayla caminde çıkarıldığı Ziyad Ebuzziya 25 Nisan 1988 tarihli Tercüman Gazetesinde ki köşesinde yazmaktadır. Ayasofya yı müze haline getiren kararnamenin uydurma olduğunu delilleriyle yazmaktadır.
Aslı astarı olmayan bir sayfalık metne dayanılarak kapatılan Ayasofya Camisi 1 Şubat 1935 te müze olarak açılmıştır.
Haftaya devam edeceğim.