Tarih 28 Şubat 1997. Yani bundan 13 yıl önce.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık günlerinden birisi.
Refahyol Hükümeti’nin Başbakanı Necmettin Erbakan, dokuz saat kadar süren MGK toplantısından sıkıntılı bir şekilde çıkmış ve terlerini sile sile basın açıklamasında bulunuyordu. Gecikmeli olarak da olsa Erbakan, 28 Şubat kararlarının altına imzasını atıyordu. Ardından da –özellikle inananlar için- zor bir süreç başlıyordu.
Acaba, o dayatmalara boyun eğilmeseydi de, dönemin hükümeti: “Biz bu şartlar altında, bu baskılar karşısında çalışamayız. İstifa ediyor ve sine-i millete dönüyoruz” deseydi ne olurdu?
Belki de bu süreçler hiç yaşanmazdı. Belki de o hükümet çok daha büyük bir halk desteğiyle geri gelecekti. Kim bilir?
Yaşanmış şeylere, kadere “lev” (keşke) demenin bir kıymeti harbiyesi yok. Ama ders çıkarılması açısından mühim… Nitekim o günleri yaşamış olan ve şimdilerde bakanlık yapmakta olan siyasilerden birisi, bir özel mecliste aynen şunları söylemişti: “O gün, ayaklarımız suya değmişti.”
Bunlar, şu anki hükümet üyelerine de bir ders olmuştur.
Kurda merhamet göstermek, kurdun iştahını daha da arttırıyordu. Köpeklerde ve kurtlarda, eğer onlardan korktuğunu belli edersen, korkunun kokusunu alıp daha fazla üzerine geliyordu. Isırıyor, dönüyor bir de dişinin kirasını istiyordu.
Bunu anlamış olmalılar ki, 27 Nisan sanal muhtırasında olduğu gibi, benzer saldırı ve salvolarla karşılaştıklarında, bu sefer dik durup, herkese yerini ve haddini bildirmesini bilmişlerdi.
Aksi takdirde,
“Biraz daha iktidarda kalabilmek için alttan alalım, iyi geçinelim” deyip de dümen suyuna girdikçe, eldeki partiden, siyasi hayattan, itibardan olunacağını görmüştü siyasiler…
…
“28 Şubat”ta, “Şubat Soğuğu”nda birçok kepazelikler yaşandı. Sisi’lerin organizesinde Aczimendiler, Fadime Şahinler, Müslüm Gündüzler, Ali Kalkancılar kapladıydı ekranları… “Düğmeye basma”larla birlikte montajlanmış vaaz ve sohbet kasetleri “flash” olarak veriliyordu…
Özel okullara, dershanelere, Kuran kurslarına baskınlar düzenleniyordu. Gece yarısı kız yurtlarına baskın düzenlenip, kızların başlarında peruk var mı diye saçları çekiştiriliyordu.
İnanan kesimler adeta bir mücrim gibi, bir şaki gibi kovalanıyor, takip ediliyordu. Cumhuriyet tarihinde bir benzeri Tek Parti döneminde yaşanmıştı. Neticede aynı zihniyet…
“İrtica, şeriat geliyor”, “Laiklik elden gidiyor” derken, ülkenin kaynakları kurutuldu o dönemde. Birçok banka hortumlandı, paraları yurtdışına kaçırıldı. (Demirel’in o dönemdeki aile fotoğrafındakilere bir bakmanız gerekiyor.)
O dönemdeki hortumlanan paranın 100 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor…
Demokrasi kazanımları olarak ne kadar gerilere götürüldüğümüz de ayrı bir araştırma konusu…
Bu “28 Şubat Kararları”nın “bin yıl” süreceğini öngörüyordu, bunları düzenleyenler. Bunun benzerlerini ortaya koyabilmek için de “Ayışığı, Sarıkız, Eldiven, Balyoz” gibi haince girişimler bile oldu… Daha doğrusu çalışılmış ama cesur savcıların ve emniyet güçlerinin takibiyle birlikte bu kirli tezgâhlar bir bir ortaya çıkarılmıştı.
O dönemlerin başaktörleri şimdi kendi can derdinde…
O dönemlerde darbe şakşakçılığı yapan gazeteler de kendi telaşına düşmüş vaziyette.
O günlerden bahsetmek istemiyoruz, zira midem kaldırmıyor rezillikleri.
Ama insanımızın, kendisine reva gösterilenleri her daim hatırlaması ve uyanık olması için hatırlatılması gerektiğine inanıyorum.
Evet, insanımız o karanlık günlerde yapılan zulümleri, hainlikleri kesinlikle unutmuyor, lanetle anıyor. Millet, kendisine bu zulümleri reva görenleri de hiçbir zaman unutmayacak. (28 Şubat 2010)
RAMAZAN KERPETEN