Seküler düşüncenin büyük yanılgısı; akıl ile din arasında bir ilişki olmadığı tezinden hareket ediyor olmasıdır. Batı dünyası bakımından bunu haklı çıkarabilecek şey, kilisenin insanların zihinleri üzerinde tekel oluşturması iken, İslam dünyasında içtihat müessesesinin yeterince işletilememiş olmasıdır. Oysa ictihad edile-i şer’iyyenin (İslam Hukukunun kaynakları) temel kavramlarındandır. İctihad müessesesinin işletilmemesi İslam'ı sadece bir döneme sıkıştırmak anlamına gelir ki, bu düşünce Allah’ın dininin yaşayan-yaşanan ve son din olmasıyla tam bir paradokstur.
Tabii, seküler hayat felsefesini merkeze koyanlar kimi ‘dogma’lardan bahsedecektir. Yani hiçbir zaman değişmeyen ve değişmeyecek olan şeyler... Elbette ‘dogma’ aşağılayıcı bir kavramdır ama İslam’da gerçekten de ‘hiçbir zaman değişmeyen ve değişmeyecek olan’ şeyler-hükümler vardır. Bunu ‘bilimsel kanun’lara kıyaslayarak açıklayabiliriz. ‘Suyun kaldırma gücü kanunu’ mesela... Sözgelimi gemi yapımında suyun kaldırma gücü kanununun dikkate alınması gerekir. Aksi halde o devasa gemiler denizlerde yüzdürülemez ve bu hiçbir zaman değişmeyen ve değişmeyecek olan bir kanundur. Bu ve benzeri bilimsel 'kanun'lar ne kadar mantıklı ise çok daha mantıklısı Allah'ın 'kanunları' hükümleri' için geçerlidir. Allah yanılmaz çünkü... Ama insan ürünü olan bilim yanılabilir.
İşte farz-haram skalası böyledir; kırmızı çizgilerdir çünkü... Allah’ın dininin kırmızı yanında, sarı (mekruh) ve yeşil (sünnet-mübah) sınırları da vardır ve bunlar müslümanların ‘ön kabulleri’dir. Ön kabul ön yargıdan farklıdır ve sorun olan ön kabul değil ön yargıdır. Örneğin faiz haram zekât farzdır; bu ön kabuldür. 'Yirmi birinci Yüzyılda faizsiz ekonomi mi olurmuş!...' demek ise önyargıdır. Vahiy ön kabulü temsil ederken, İslam hukukunda ‘aklı temsil eden müessese ‘ictihad’tır. İctihad da yanılabilir ama ictihatta Kur'an ve sünnetin esas alınması, durumu tolere eder. Ama sadece sezgilere ve duygulara dayanan 'faizsiz ekonomi mi olurmuş' yargısının böyle bir dayanağı yoktur. Seküler düşüncenin yanılgısının tersine akıl ve din (İslam) arasında bağ vardır bir başka deyişle... Ve, ‘ön yargılardan arınmış akıl ürünleri, insanlar için vahiy değerindedir’ (cümle alıntıdır).
Anlamamız gereken şu: Eğer Allah bize bir sınır çizmişse, bu bizim sadece ahiretimiz için değil, dünya hayatımız için de bir ihtiyaçtır. Bu çizginin kırmızı sarı ya da yeşil olması da her iki bakımdan (dünya ahiret) önemini gösterir. Bir örnekle daha anlaşılır hale getirelim. 2016 yılında Japon bilim adamı Yoshinori Ohsumi açlık ve sağlık konusunda Nobel tıp ödülü aldı. Oysa eksiksiz dinimiz İslam bir ay zorunlu oruç dışında da oruç tutmayı, hatta mümkünse günaşırı oruç tutulmasını, sair zamanlarda da az yemeyi ve sofradan tam doymadan kalkmayı önermektedir. Öte yandan bu hükümlere ‘sınırlandırıcı’ değil disipline edici olarak bakmak gerekir. Sadece beden değil aynı zamanda ruh sağlığı, aile saadeti ve toplumsal barış için de bir ihtiyaçtır.
Laiklik hususundaki bir diğer yanılsama İslam’ın ‘teokrasi’ ile ilişkilendirilmesidir. ‘Laikliğin karşıtı teokrasidir, (ama) İslam teokrasi değildir. Laiklik kilisenin ortamında gelişmiştir çünkü ve batıya özgüdür. Bizde kilise yok ki laiklik olsun’ (alıntı). Teokrasi ‘tanrı düzeni’ anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Yunan-Helen kültürü ile İslam dininin ne alakası olabilir. Belli ki Allah’ın dinine sonradan iliştirilmiş ve İslam’la ilişkilendirilmiş bir kavram… Nitekim laiklik Batıda, sonradan ve Hristiyanlığa karşı ortaya çıkmış bir kavram, bir kurumdur. İslam’ı herhangi bir din, Allah’ı da birçok tanrıdan bir ‘tanrı’ olarak ele alan seküler düşünceli insanın konuyu kavramasını da beklememek gerek... Ayrıca da Batıda gelişmiş ve içerisi kendi şartlarında doldurulmuş bir terim bizi neden bağlasın…
Lâiklik, teokrasiye alternatif olarak ortaya çıkmış gibi gözükse de, aslında her ikisi de temelde aynı kaynağa, insanı tanrılaştırma düşüncesine dayanır. Çünkü gücü siyasal otoritenin simgesi olarak kabul ettiği ‘insan’a teslim ederken; bunun dışında kalanı -artık ne kalıyorsa- ‘tanrı’ya bırakıyor. Güç ve yetki esasen kendisinde (insanda) bir başka deyişle… Teokraside de aynı işlev ‘din adamları’ kisvesiyle yürütülür. Allah’ın hakimiyet alanına müdahale (teokrasi) İslam olabilir mi hiç… Bu bakımdan teokrasi de diğer bütün çizgi dışı siyasal felsefelerle aynı kefededir (devamı var).