Lady Mary Wortley Montegu, 1700'lü yıllarda Türkiye'den İngiltere'ye önemli mektuplar yazmıştır. Bugün bu mektupların tarihi önemini konuşacağız.
Lady Mary Wortley Montegu; 18. yüzyıl Osmanlı padişahı 3. Ahmed döneminde, İngiltere'den Osmanlı devletine Istanbul elçisi olarak gönderilen Edward Wortley Montagu'nun eşidir.
Lady Mary Wortley Montegu, hem biz Müslüman Türkler için hem de İngilizler için önem arz eden bir isimdir. Biz Türkler için önemli olan yönü, yazdığı Türkiye mektuplarıdır.
İngilizler için önemi ise 1700'lü yıllarda Osmanlılardan öğrendiği çiçek aşısını İngiltere'ye getirmesidir.
Lady Montegu, gittiği ülkelerdeki gözlemlerini mektuplar halinde yazarak geriye kalıcı tarih notları bırakmıştır. Yazdığı bu mektupların 30 tanesi Türkiye hakkındadır. Vefatından sonra bu mektuplar Şark Mektupları, Doğu Mektupları ya da Türkiye Mektupları adıyla kitaplaştırılmıştır. Bahsedilen kitabın Türkçe çevirileri bulunmaktadır.
İngiliz elçisinin eşi Lady Mary Wortley Montagu, 26 Mayıs 1689 yılında doğdu. Babası Kingston düküydü. Çocukluğunda ve gençliğinde çok iyi bir eğitim gördü. Çocukken babasının kütüphanesindeki tüm kitapları okudu. Daha küçük yaşta günlük yazmaya başladı. Şiir ve roman yazma çalışmaları yaptı.
Okuyan insan, düşünen ve tefekkür eden insandır.
Lady Montegu, zeki ve özgür ruhlu bir çocuktu. Günlüğüne "Çok nadir bir tarih yazacağım." diye not düşmüştü. Kimbilir bu notları yazarken ne hayalleri vardı.
Lady Mary Montegu, mürebbiyesinin batıl inançlı masallar ve yanlış fikirler öğreterek kendisini mutsuz ettiğini düşünüyor, kütüphaneye giderek vaktini orada kitap okuyarak ya da yazarak geçiriyordu.O günün İngiltere'sinde henüz 13 yaşındayken sadece erkeklerin öğrenme imkanının sunulduğu Latinceyi, Latince sözlüğü ve dilbilgisi yardımıyla kendi kendine öğrenmişti
Çocukken, batan Güneşi yakalama arzusu varmış içinde. Ve ufukta batan büyük altın ateş topunu yakalamak için çayır boyunca koşarmış. Ama bunun olanaksız olduğunu farketmiş.
Düşünen ve fikreden bir insan mantığı nasıl işler?
Baktığından ibret alır.
Güneşi kovalamak, Lady Montegu için belki de bir sonsuzluk arayışıydı.
Lady Montegu daha çocuk yaşta ulaşılması güç hayallerin sahibiydi. Ama imkansızı başarmak istiyordu. Öyleyse okuduğu bir kütüphane dolusu kitabın, onda uçsuz bucaksız ufuklar açtığını söylemeliyiz.
Belki de Lady, İbrahim aleyhisselam gibi bir arayışın içindeydi. Belki de bu yüzden mürebbiyesinin batıl hikayelerinden hoşlanmıyordu. Belki de bizim ahiret inancımızdaki sonsuzluk ve var olmak duygusuna benzer bir arayışın içindeydi. Belki de altın bir top gibi batmakta olan Güneşe çayır boyunca koşuşu bu yüzdendi.
İbrahim aleyhisselam küçük bir çocukken kendisini yaratanın kim olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ulaşılması imkansız olan gök cisimlerine baktı. En parlak yıldızı seçti ve benim sahibim bu olmalı dedi.
Sabahleyin o yıldızı yerinde göremeyince kendisinin sahibinin Ay olabileceğini düşündü. Sabah olduğunda Ay'ı da yerinde göremedi.
Gök cisimlerinin en büyüğü olan Güneşi izlemeye başladı. Akşam olup Güneş de batınca İbrahim aleyhisselam;
Benim Rabbim bu kadar aciz olamaz! dedi ve kendisini yaratan yüce bir varlığın olması gerektiğine şeksiz şüphesiz iman etti.
Lady Mary Montegu, 1712’de, kendisinden 11 yaş büyük bir politikacı olan Edward Wortley Montagu ile evlenmiş. Edward, çeşitli görevlerden sonra İstanbul’a büyükelçi olarak atanmıştı. O günlerde Londra sosyetesinin en gözde isimlerinden olan eşini de beraberinde Türkiye’ye getirmişti.
Leydi Montagu, 1716 yılında Sultan III. Ahmed devrinde İngiltere’nin Osmanlı elçisi olarak tayin edilen eşi ve oğluyla birlikte İstanbul’a geldi. Lale Devrinin başlangıcına rast gelen bu dönemde 2 yılını İstanbulda geçirdi. İngiltere’deki arkadaşlarına İstanbul’daki izlenimlerini en ince ayrıntılarıyla anlatan birçok mektuplar yazdı.
Lady Montagu'nun adını ilk kez Es'ad Coşan hocamın sohbetinden duyduğumu hatırlıyorum. Şöyleydi.
"İngiltere'den, Avrupa'dan Lady Montagu diye, bir elçinin hanımı geliyor. Buradan İngiltere'ye mektup yazmış:
"Yahu" diyor oradaki arkadaşlarına; "Ben Osmanlılar'ın hanımlarını kafeslerin içine kilitlenmiş hapis insanlar sanırdım. Buraya geldim ki dünyada bu hanımlar kadar rahat, bu hanımlar kadar izzet ve ikram gören hanımlar olmaz. Son derece serbest, son derece güzel, son derece iyi yetişmişler, son derece güzel bir âlem içinde hayatlarının keyiflerini sürüyorlar. Çok güzel..." diye methediyor.
Elçinin hanımı gelmiş, Osmanlı kıyafetlerini giymiş, minyatürler var, güzel uzun kaftanlar, fistanlar, başı örtülü, İngiliz. O zaman bize gelenleri bize benzetiyormuşuz."
Es'ad Coşan hocaefendi Lady Montegu'dan bahsederken böyle söylüyordu.
"O zaman bize gelenleri bize benzetiyormuşuz." diyordu.
Lady Montagu, Osmanlı hanımlarını kafeslerin içine kilitlenmiş hapis insanlar sanırmış. Çünkü Osmanlı'da haremlik selamlık vardı. Haremlik selamlık bir İslam kültürüdür. Müslüman hanımlar ulu orta görünmezlerdi. Kur'an'da hanımların bu durumları ile ilgili ayet-i Kerimeler vardır. Dışarıya çıkarken, mahrem olmayan birine görünürken hanımların başörtü ve cilbab giymeleri emrolunmuştur.
Lady Montagu, hanımların bu örtülü halini özgürlüklerinin kısıtlanması olarak düşünmüş ama o hanımların içlerine karışıp da gerçek hallerini gördüğünde durumun hiç de öyle olmadığını anlamıştı. Çünkü asıl özgür olanlar ferace ve peçelerin içinde gizlenen Müslüman hanımlardı. Ferace ve peçeli olan bu hanımlar çarşılara çıktığında onları kimse tanıyamıyordu. Demek ki asıl özgürlük örtülü olmaktı.
Lady Montagu, asıl özgür olanların kendilerinin değil Türk kadınlarının olduğunu söylüyor. Mektubunda diyor ki:
"Türk kadınları gerçekten çok özgürler. Bunu anlatmak çok kolay. Hangi sınıftan olursa olsun, burada bir kadın yaşmaksız sokağa çıkamaz. Bu, iki örtüden ibarettir. Biri gözden başka, yüzün her yanını kapatır. Öteki örtü de başının bütün süslerini örter ve arkadan bele kadar sarkar. Vücutlarının bütün biçimini de ferace denilen bir giysi ile saklıyorlar. (...) Bir ferace, kadınların vücudunu öyle sıkı tutar ki, hanımefendi ile cariye ayırt edilemez. En kıskanç bir kocanın bile karısı ile karşılaştığı zaman, onu tanıması çok zordur. İşte bu değişmez, tanınmaz kılıkta olmak hali, bu kadınların kim olduklarının anlaşılması tehlikesini ortadan kaldırmıştır.
Genel olarak, bu ülkenin serbest insanları, bence yalnız kadınları... Divan bile bunlara saygı gösterir. Bir paşa öldürüldüğü zaman, padişah hareme yani kadınlar dairesine verilmiş olan hakları geri almaz. Burası aranmaz. Ne varsa, paşanın dul karısına kalır."
Gene Osmanlı'da kadınlar hamamına gitmiş ve oradaki gözlemlerini arkadaşına yazdığı mektubunda şöyle anlatmıştı.
"Avrupa’da hiçbir saray düşünemem ki, orada yabancı bir kadına karşı bu kadar namusluca davranılsın. Hamamda iki yüz kadar kadın vardı. Hiçbirinde bizdeki gibi alaycı gülüşmeler ve fısıldaşmalara rastlamadım. Üstelik benim için (güzel… çok güzel) dediklerini işittim.”
Rahmetullahi aleyh Profesör Dr. Mahmud Es'ad Coşan hocaefendi de Lady Montegu'nun Türk ve Müslüman hanımlar üzerindeki gözlemlerini şu şekilde aktarıyor.
["Eskiden İngiltere'den bir elçi gelmiş buraya, karısı da meraklı bir kadınmış, ismi Leydi Montegü (Lady Montague), buradan İngiltere'ye mektup yazıyor;
-Yahu İngiltere'de iken müslüman kadınları kafeslerin arkasında hapis." diye bir menfî propaganda estirmişlerdi, geldim gördüm hiç öyle değil. Müslüman kadınları evet kafesin arkasında ama çok rahat, güzel, zarif, bilgili, görgülü, ârif kimseler diyor.
Gezdiği kimselerden edindiği intibaları mektup yazmış o mektuplar da Türkçe'ye çevrilmiş, oradan okuyoruz. İngiliz; Osmanlıların hanımlarının rahatlığını, izzetini, ikramını, nükte şinaslığını, terbiyesini, güzel söz söyleme kabiliyetini, tatlı konuşmasını, iltifat etmesini methediyor.
Oradaki şeylerden bazı şeyler nakledebilirim ama... Haydi bir tanesini nakledeyim.
{Lady Montegu, mektubunda;}
"Bakın ne kadar ârif ne kadar tatlı hazır cevap kimse olduğunun bir misalini veriyim diyor. Biraz kendisine de pay çıktığı için onu mektubuna yazmış. O İngiliz karısı bizim evinde misafir olduğu Osmanlı Hatununa demiş ki;
'Hanımefendi o kadar güzelsiniz o kadar güzelsiniz ki eğer İngiltere'de olsaydınız erkekler sizin etrafınızda pervane gibi dolaşırlardı.' demiş. Onların kafasında öyle işte!..
Erkekler (etraflarında) dolaşınca ne olacak!?
Bir kadın bir erkeğe nasip oluyor, evleniyor. Seksen tanesinin dolaşması ne ama o onu bir şey sanıyor, öyle demiş. Bizimki de tabii şöyle biraz durmuş, hiç iltifattan şımarmamış bir tarzda;
'Sanmıyorum. Onlar güzelliğin kıymetini bilselerdi sizi buraya göndermezlerdi.' demiş.
Cevaba bak! Ne kadar güzel! diyor. Sen de güzelsin diyor ama onun yaptığı komplimana ondan daha üstün bir edebî üslupla cevap vermiş. Onlar güzelliğin kıymetini bilselerdi seni buraya göndermezlerdi, sahip olurlardı demiş. İşte böyle."]
Es'ad Coşan hocaefendi, Lady Montegu'nun mektuplarını böyle anlatıyor.
Lady Montegu ise mektuplarında Osmanlı töreleri ve onların dini hakkında pek az şey bildiğini itiraf ediyor. Belki de bilmediklerini… Bu durumu mektubunda şöyle dile getiriyor.
“Bu milletin din ve töreleri hakkında eksik bilgimiz var. Dünyanın bu tarafına seyrek geliniyor. Gelenler de ticaretten başka bir şey düşünmeyen tüccarlar. Türklerse, bunlarla yüz göz olmayacak kadar ağırbaşlılar. Bu sebeple tüccarların getirdikleri bilgiler yalan yanlış oluyor.”
Lady Montagu, o tarihlerde dünyayı kasıp kavuran çiçek hastalığının aşısını da yaşlı Türk hanımlardan öğrenerek ülkesine götürmüş.
Çiçek hastalığı dünyayı tam 300 yıl kasıp kavurmuş. Bu hastalıktan binlerce insan hayatını kaybetmiş. Buna rağmen Osmanlı devletinde aşı sayesinde çok zayiat olmamış.
Çiçek aşısı yapılanların sekiz günde iyileştiğini ve bir daha bu hastalığa yakalanmadığını gören Lady Montagu, daha İstanbul'dayken oğlunu da aşılatmış.
Mektuplarından birinde arkadaşı Miss Sarah Chiswell‘e şöyle yazmış;
Kendi çıkarlarını, insanların faydası uğruna feda edebileceklerine inansam, bunu doktorlarımıza tavsiye etmekten geri kalmazdım.
O zamanlar Edirne'de çiçek hastalığına tutulmuş olanların vücutlarındaki olgun bir yaradan alınan cerahatler bir ceviz kabuğunda biriktirilip, çiçek çıkarmamış çocukların damarlarına çok küçük bir miktar zerk edilerek aşılama yapılırmış. Geleneksel olarak bu işi yapan aşıcı kadınlar, ceviz kabuklarında ya da incir yapraklarında hastaların döküntülerinden alarak biriktirdikleri bu cerahati, deriyi çizerek iğne ucuyla damara zerk eder, sonra yara yerini gül yapraklarıyla kapatırlarmış. Bu şekilde, variyolasyon ile aşılananların ölüm oranı % 1 iken, aşısızlarda, çiçek hastalığından ölüm oranı % 17 imiş. Bu uygulamalar İngiliz elçisinin eşi Lady Montagu tarafından mektupla İngiltere'ye bildirilmiş ve bu yolla Avrupa'ya yayılmıştır.
Lady Montagu aşı yapan kadınları izleyerek aşıyı öğrenmiş. Bu aşının hayat kurtardığını İngiliz kraliyetine anlatmış. Kilisenin yoğun baskısıyla kraliyet, aşıyı kabul etmemiş. Lady Montegu ülkesindeki bu taassubu yenmeye çalışmış ve aşının hayat kurtardığını ısrarla dile getirmiş durmuş.
Oğlunu daha İstanbul'dayken aşılatan Lady Montague, İngiltere’ye döndükten sonra kızını da kraliyet hekimlerinin huzurunda aşılatınca büyük ilgi görmüş. Ancak hiç bir hekim aşıyı uygulamaya cesaret edememiş.
Yıllar sonra İngiltere Kralının torunu çiçek hastalığı yüzünden ölümle karşı karşıya kalınca anne ve babası, Lady Montagu gibi, bütün ailesini aşılatmak için kraldan izin istemiş. Kral, ancak 6 idam mahkumu üzerinde bu aşıyı denedikten sonra uygulamaya izin vermiş.
Çiçek aşısı Lady Montegu'nun mektuplarından da anlaşıldığı üzere Osmanlı devletinde biliniyor tedavi için kullanılıyordu. Bütün bunlara rağmen tuhaftır ki tıp literatüründe çiçek aşısını bulan kişi olarak Edward Jenner'in adı geçer. Hemen şimdi google'ye çiçek aşısını kim buldu diye yazın Edward Jenner'ın ismi çıkar. Edward Jenner 1796 yılında çiçek aşısını bulan doktordur diye tanımlanır.
İngilizler, 1747'de İngiltere'de Wentworth kalesinde Lady Montegu adına bir anıt dikmişler. Anıtın üzerinde,
"Çiçek aşısını 1720'de ilk kez Türkiye'den İngiltere'ye getirerek büyük yararlar sağlayan Lady Montegu'nun anısına…" diye yazıyormuş.
1789'da Staffordshire'de Katedrale dikilen anıtta ise:
"Çiçek hastalığını aşı yöntemi ile ilk olarak Türkiye'den İngiltere'ye getirip tanıtan, aşıyı topluma benimsetmek için önce kendi çocuklarını aşılatan Lady Montegu ve sayesinde bu korkunç hastalıktan kurtulabildiğimiz böylesi bir iyiliğin anısını yaşatmak içindir bu anıt… Doğru-Dürüst-Onurlu Lady Mary Montegu'nun kutsal anısına…" yazıyormuş.