“Görülmesi Gereken Mekânlar ve İngilizce - Türkçe İletişimler”
Değerli okuyucular, Kuzey Avrupa Seyahatimizi kaleme aldığımız yazının ilk dizisine gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ediyorum. Bu arada önemli bir açıklama yapmam gerekiyor. Geçen yazıda “İGEDER Tur ile seyahat ediyoruz” demiştim. Doğrusu, İGEDER, tur şirketi değildir. Eğitim faaliyetleri ile uğraşan gönüllü bir kuruluştur. Bu tür gezilerde üyeleri ve gönüllüleri için uygun ücretle hizmet satın alıyorlar.
2. Gün -16.07.2019- DANİMARKA
Bir gün önce epeyce yorulduğumuzdan derin bir uyku çekiyorum. Uçak sesleriyle uyanıyorum. Oda arkadaşımı uyandırmaya çalışıyorum. Zorda olsa uyandırıyorum ve “Hadi erkenden kahvaltı yapalım ve etrafı keşfetmeye çıkalım. Nedir bu uçak gürültüsü anlayalım.” diyorum. Arkadaşım istemeye istemeye uyanıyor. Aceleyle giyinip otelin kahvaltı salonuna gidiyoruz. Bizden başka gezi grubundan kimse yok. Daha önce burayı ziyaret edenlerden şöyle duymuştum. “Kopenhag pahalı bir şehirdir.” Öyleyse sıkı bir kahvaltı yapmamız lazım. Yani iki defa kahvaltı yapmış olacağız. Otelin kahvaltı servisinden memnun oluyoruz. Tabi ki helal gıda çeşitlerine önem veriyoruz. İlk kahvaltı sonrası dışarıya çıkıyoruz.
Kaldığımız otel Kopenhag havaalanı yanında ve gecelik oda fiyatları uygunmuş. Biraz yürüyüş yaptıktan sonra tekrar otelin kahvaltı salonunda bir kahvaltı daha yapıyoruz. Artık akşama kadar acıkmayız. Gruptaki arkadaşlar da uyanmışlar ve yavaş yavaş kahvaltı salonunu doldurmaya başladılar. Biz de yarı İngilizce ile otel çalışanlarıyla sohbet ediyorum. Çünkü çalışanlar Uzakdoğulu insanlara benziyor. Filipinler’den gelmişler. Yılda on bir ay çalışıyorlar. Bir ay izinleri varmış. Aylık sekiz yüz avro kazanıyorlar. Ücret yeterli midir, diyorum. Filipinler’e göre ücretler iyiymiş. Hemen aklıma bizim insanlarımızın Almanya başta olmak üzere değişik ülkelere çalışmaya gittikleri geliyor. Teşekkür ederek otobüse doğru gidiyorum. Yoklama yapıldı. Herkes geldi.(Bu arada üniversite yıllarında yaptığımız geziler ve otobüste yaptığımız yoklamalar aklıma geldi.)
Plana göre ilk ziyaret yeri dünyaca meşhur "Küçük Denizkızı Heykeli". Ziyaret edeceğimiz ülkelerde mahalli rehberle anlaşılıyor. Şehrin önemli mekânlarını bize tanıtacak. Ama Kopenhag’daki rehber ile irtibata geçemiyoruz. Daha önce bir çok ülkeye seyahat etmiş olmam ve de bazı önemli yerlerde rehberlik yapmamdan dolayı grup başkanı “Salim Abi, "Küçük Denizkızı Heykeli" hikayesini sen anlatacaksın, deyince “Hayhay efendim, tabii ki seve seve anlatırız” diyorum. Allah’tan daha önce "Kopenhag’ta nereler gezilir, özellikleri nelerdir?" diye hepsini okumuştum.
Otobüs, park alanına yanaşıyor. Hep birlikte heykelin olduğu yere doğru gidiyoruz. Bayağı büyük bir heykel beklerken deniz kenarında bir taşın üzerinde küçücük bir denizkızı heykeli görüyoruz. Tabii ki şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. Dünyaca meşhur heykel buymuş demek ki. Neyse, ben rehberlik görevimi yapıyorum ve başlıyorum "Denizkızı Heykeli"ninhikayesini anlatmaya. Bakıyorum herkes pür dikkat beni dinliyor.))
Yeri gelmişken size de kısa bir bilgi vereyim:
Danimarka’nın en zenginlerinden Carl Jacobsen’in Kopenhag’a “küçük” (bayağı küçük) bir hediyesi. Masalcı Andersen’in aynı isimli masalından uyarlanmış bir bale gösterisini izledikten sonra denizkızı karakterine adeta aşık olmuş ve böyle bir heykel yaptırmak istemiş. Bu sebeple heykel hem küçük denizkızı karakterinden hem de performansı sergileyen balerinden esinlenerek yapılmış. Eserin sahibi Edvard Eriksen “Merhaba LittleMermaid"i canlandıran balerine "Çıplak bir denizkızı heykeli yaptıracağım. Sen de rol model ol." demiş. Ama balerin, çıplak rol modelliği kabul etmemiştir. Balerine helal olsun diyorum. Bunun üzerine heykeli yaparken model olarak eşini kullanmış. Carl Jacobsen tüccar adam olduğu için üç tane heykel yaptırmıştır. Biri deniz kenarında, diğeri ziyaretçilere açık olmak üzere müzede, sonuncusu ise dünya turunda çeşitli ülkelerin sahnelerinde sergilenecektir. Uyanık, paragöz Jacopsen hem para kazanıyor hem de ülkesini tanıtıyor. Ne reklam yapmış ama değil mi?
Bundan sonra Kopenhag seyahati düşünenlere tavsiyem "Küçük Denizkızı Heykeli"ni internetten görmeniz yeterlidir.)) Kopenhag şehir merkezinden on avro vererek gezi tekneleriyle gelmeye gerek yoktur. "Dünyanın en hayal kırıklığı yaşatılan yerler" listesine Küçük Denizkızı Heykeli'ni koymak lazım.))
Nyhavn
Kopenhag" anlamı eskiden “Tacirlerin Limanı” anlamına geliyormuş. Wikingler de hem savaşçı hem de tüccar olunca limanın önemi daha iyi anlaşılıyor. 1020 yılında kurulmuştur.
Her Kopenhag fotoğrafında karşınıza çıkıp duran o renkli evlerin olduğu, yüz fotoğrafını çekseniz de biraz daha çekmeniz gerekiyormuş gibi hissettiren Nyhavn Bölgesi. Eskiden ticaret amaçlı kullanılan bir limanmış. Dolayısıyla civarda gemicilerin konaklayabileceği hanlar, birahaneler ile doluymuş. Hanların renkli olmasının en önemli sebebi gemiciler kafayı çektikten sonra kalacakları odaları karıştırmasın diye hanları rengarenk boyamışlar.
Şu anda tahmin edebileceğiniz üzere her benzer turistik bölgeler gibi oteller, evler yenilenmiş bir halde ve neredeyse her binanın alt katında yer alan restoran ve kafelerle dolup taşan şirin bir bölgeye dönüşmüş durumda. Burayı görmek, Kopenhag’a gelen bir turistin mutlaka görmek istediği mekanların başında geliyor.
Küçük ama önemli bir hatırlatma yapalım. Renkli binalardan 20 numarada masalcı Andersen’in yaşadığı evi görebilirsiniz. 9 numarada ise Nyhavn’ın en eski binası yer alıyor. En iyi fotoğraf karesini çekmek için değişik mekanlara gidiyoruz. Bu arada Temmuz ayında hava bir acaip. Hava bir açıyor bir bulutlanıyor. İyi bir resim için tekrar güneşin açmasını bekliyorum.
Üç saat serbest izinle beraber küçük gruplar halinde bölgeyi geziyoruz. Arkadaşlarla yeni tanışıyorum. Herkesin huyu suyu farklı. Ben hızlı bir şekilde her tarafı gezmek istiyorum. Arkadaşlar da sallana sallana yavaş bir şekilde sağa sola bakarak vakit geçiriyorlar.
Kopenhag’da alışverişin adresi Stroget Sokağı. İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ne benziyor. Trafiğe kapalı, sağlı sollu alışveriş dükkanlarının olduğu caddede beş arkadaş yürüyoruz. Cadde de çok sayıda tanınmış markanın işyerleri yan yana duruyor. Cadde boyunca her Avrupa şehrinde görebileceğimiz gibi pek çok dans gösterisi yapanlara, sihirbazlara ve diğer sokak sanatçılarına rastlanabiliyor.
Uzakta büyük bir bina ve kule görüyorum. "Hadi arkadaşlar! Biraz kıpırdayın, şu bina önemli bir mekâna benziyor. Gelmişken ziyaret edelim." diyorum. Kimse gelmeyince yalnız gidiyorum.
İyi ki gidiyorum çünkü asıl görülmesi gereken mekânlardan biri City Hall, yani tarihi belediye binası. Bu bina toplamda 4 kez yangın geçirmiş ve 5. kez yapılmış. Gitmişken ve henüz yanmıyorken fotoğraflarını çekeyim diyorum. Belki bir daha yanar.)) Etrafı seyrediyorum.
Belediye binasının bulunduğu meydanın özelliği şöyle diyelim. Zengin süslü cephesi, balkonun hemen üzerindeki yaldızlı heykeli ile uzun, ince saat kulesi hakimdir. İkincisi 105,6 metrede, genel olarak Kopenhag şehrinin en yüksek binalarından biridir. Kule saatine ek olarak Belediye Binası ayrıca JensOlsen'in Dünya Saati'ne de ev sahipliği yapmaktadır. Belediye Binasının içine giriyorum. Yukarı katlardan tarihi binanın içini seyrediyorum. Kopenhag şehrinin havadan görüntüsünü zemin kata yapıştırmışlar. Hollanda’nın Amsterdam şehrini taklit ederek Kopenhag şehrini kanallarla çevirmişler.
20 dakika etrafı gezip fotoğrafladıktan sonra otobüsün yanına geliyorum. Artık İsveç’e doğru hareket edeceğiz derken kafile başkanım Kopenhag’dan Abdülkerim Bey ile irtibat kuruyor. Abdülkerim Bey, Kopenhag İslam Kültür Merkezi Fatih Camii görevlisi olarak çalışıyor. Gayet samimi, neşeli ve yardımsever görüntüsüyle arkadaşlarımızın gönlünü kazanıyor. Yeni tanıştığım her insanda olduğu gibi telefon numarasını kaydediyorum. Yani işi sağlama alıyorum.)) Bundan sonra devamlı görüşeceğiz demektir.
Hemen elli kişiye yetecek Türk çayı demliyor. Bir yandan çaylarımızı yudumlarken Danimarka hakkında bilgi veriyor. Bir saatlik doymak bilmeyen muhabbet sonrası yola çıkmak için izin istiyoruz. Bizi İsveç Göteborg şehrinde ikamet eden Osman Bey'e yönlendiriyor. Kopenhag - Göteborg arası 314 km ve yaklaşık 3 saat sürüyor. Yola çıkıyoruz. Otuz dakika sonra meşhur Öresund Köprüsü'nden geçtik. Sağa sola iyice bakıyoruz. Ne de olsa dünyaca tanınan bir köprü ve tünelden geçiyoruz. Kısaca Öresund Köprüsü hakkında bilgi vermek gerekirse şöyle diyebiliriz:
İsveç'in Malmö kentinden başlayan köprü, Öresund Boğazı'nın ortasında Peberholm denen yapay bir ada üzerinde sona erer ve burada deniz altından ilerleyen bir tünelle birleşir. Bir ayağı İsveç'te olan köprünün Danimarka'nın asıl topraklarında ayağı yoktur. Bu nedenle köprünün bittiği bu yapay ada resmi olarak İsveç'e aittir. Peberholm Adası'nın uzunluğu 4 kilometreden fazla olup genişliği ise birkaç yüz metredir. Adada yerleşim yoktur.
Peberholm Adası'nda Öresund Köprüsü'nün bittiği yer ile Danimarka'nın en yakın yerleşim birimi arasını bağlayan hatta Drodgen Tüneli denir. Bu tünel, 4 bin 50 metre uzunluğundadır. Bunun 3 bin 150 metresi deniz altında inşa edilmiştir. Öresund Köprüsü'nü uzatmak yerine bir tünel yapılmasının nedeni bu bölgenin Kopenhag Havaalanı'na çok yakın olmasıdır.
Artık İsveç topraklarına girdik. İlk karşımıza çıkan Malmö şehrinin güzelliklerini vaktimiz olmadığı için maalesef gezemiyoruz. Çevre yolundan geçerek Göteborg şehrine doğru yol alıyoruz. Üç saat sonunda nihayet Göteborg şehrine ulaştık. Şehrin girişinde Osman Bey bizi bekliyor. Osman Bey, samimi ve sempatik tavrıyla içimizi ısıtıyor. Selamlaşmadan sonra mikrofonu Osman Bey'e veriyoruz.
İsveç’in ikinci büyük şehri olan Göteborg şehrinin nüfusu beş yüz elli bin ve beş bin civarında Türk yaşıyor. Atlas Okyanusu kenarına kurulan şehirde, İstanbul Haliç benzeri deniz ile bağlantılı iç kanalı var. Burada gemi sanayi çok gelişmiştir. Ayrıca Altmış bin yabancı öğrenci varmış. Bu kadar bilgi yeterlidir sanırım.
İslam Kültür Merkezi'ne geliyoruz. Yaz mevsimi olunca pratik çözüm olarak karpuz yiyeceğiz. Elli kişiye on karpuz ve ekmek yeterlidir. Üstüne de Türk çayı içerek muhabbet ettik mi değme keyfimize. Çay içerken karpuzun kilosunu merak ediyorum. Amma da meraklıyım. İlla fiyatları kıyaslayacağız.)) 2019 yaz fiyatı Türk parasıyla on iki lira Vaav diyorum.)) Türkiye’de karpuzun kilosu bir liraydı. Burada 10 karpuz için bin lira verildi. Bir de Türkiye pahalı derler. Pöh demek lazım.))
Yemek ve muhabbet sonrası şehri gezmeye devam edeceğiz. Biz Türkler deniz manzarası meraklısıyız ya, şehre tepeden bakmamız lazım. Tam düşündüğümüz gibi böyle bir tepe var. Birkaç yeri gezdikten sonra tepeye geldik. Osman Bey başlıyor anlatmaya. Bizde selfi çekiyoruz.
On dakika süren konuşmada aklımda kalan beni etkileyen deniz kenarında elli metre uzunluğunda bir sütunun hikâyesi. Eskiden yerli halkın erkekleri savaşmak ve ticaret için denize açılırlarmış. Bazen bir hafta bazen üç haftada evlerine dönerlermiş. Evin hanımları da her akşam bu sütunun yanında kocalarını beklerlermiş. Kocalarını bazen canlı bazen de cesedi ile karşılarmış. Ne hazin bir durumdur ya Rabbi. Neyse böyle durumlar geride kalmıştır. Şimdi iletişim gelişti. Telsiz,telefon,cep telefonu vb. bir çok teknik alet var.
Etrafı iyice seyrettikten sonra gezilerin olmazsa olmazı toplu fotoğraf çektirme için beş dakika lazım. Herkes cep telefonu ile birer ikişer selfi çekimi yapıyor. Sonunda bir araya geliyoruz. Grupta beni tanımaları için yeşil tişörtümü giymiştim. Yeşil renk beni açıyor.))
Tekrar Göteborg merkeze geliyoruz. Biraz dinlendikten sonra Norveç Oslo şehrine doğru yola koyulmadan Osman Bey'e mihmandarlığı için canı gönülden teşekkür ediyoruz. Erkekler tek tek sarılıyor. Pandemi henüz çıkmadığı için sarılmanın sıkıntısı yok.)) Aksine sevinci var. Tabi ki Osman Bey'in de telefonunu kaydediyorum. Bu şehirlere uygun zamanda kafa dengi bir arkadaşla veya Rotasız Seyyah Mehmet Genç gibi yalnız gelmek lazım.
Elveda, Göteborg şehri!