Kutuplaşmanın tehlikeli sonucu:

xxx12

Kutuplaşmanın tehlikeli sonucu: Sivil toplumun itibar ve kimliğini yitirmesi

Mevcut siyasi kutuplaşma ve gerilimin bu denli derin bir toplumsal/sivil kutuplaşma ve gerginliğe dönüşmüş olmasının en tehlikeli bulunması gereken sonucu, kutuplaşmanın her iki tarafındaki sivil toplumun da itibarını, güvenilirliğini, kimliğini ve mahiyetini kaybetmesidir.

Hatta denebilir ki, iktidar yanlısı sivil toplum ile iktidar karşıtı sivil toplum arasındaki ayrışmanın yarattığı zıtlık, gerçek anlamda tarafsız, ilkeli/ilkeci, her halükârda vicdan ve ahlâkın sesi olmaya azimli sivil toplum anlayışının kökünü kazıdı adeta. Görebildiğimiz sivil toplum iki başlı artık. Sivil inisyatifler, ya iktidardan yanalar ve karşıtlarını askeri darbe düzenlemeye çalışmakla suçluyorlar ya da iktidarın muhalifi durumundalar ve iktidar bileşenlerinin tümünü totaliter bir siyasi rejim kurmaya çalışmakla itham ediyorlar.

Sormak gerekir; iktidara ilişik olmayan, bağımsız, iktidarı da en az karşıtları kadar eleştiren, hiçbir hal ve şartta iktidarın uzantısı olmayan bir sivil toplum var mı? Yahut da askeri darbe heveslerini en az iktidarı eleştirdiği kadar eleştiren ve bu meseleyi özellikli gündemi yapan, iktidara husumet besleyen çevrelerin hiçbir hal ve şartta uzantısı olmayan bir sivil toplum görebiliyor muyuz?

Türkiye’de 80’li yıllarla birlikte kentleşme ve modernite tartışmaları içinde bir sivil toplumun uç vermeye başladığına dair iyiniyetli temenni artık pılını pırtısını toplayıp sahayı terkedebilir! Böyle bir sivil toplum eğer doğuyorduysa da doğamadan ölmüştür ve bugünlerde birbiriyle çatışan ve yatay gerilimin en nadide örneklerini sergileyen iki sivil toplum da gerçek bir sivil toplum inisyatifi ve iradesi sergilememektedir.

Örgütlü toplumsal güçlerden beklenen, temsil ettikleri kesimlerin ve genelde toplumun menfaatine olarak siyasi/resmi topluma (devlet) baskı uygulamak ve hak mücadelesi vermek iken bugün örgütlü güçler, ya iktidarı yıpratmak için siyasi faaliyetten başka bir anlama gelmeyen işlerle meşguller, ya da iktidarın uzantısı olarak bu yıpratmalara karşı iktidara, yani siyasi/resmi topluma kalkan olmuş vaziyettedir.

Peki böylesine politikleşmiş sivil toplum örgütlerinin, taraftarlık ve tarafgirlikle hiçbir ilişkisi kurulamayacak hak ve özgürlük mücadelesini verdiğinden kim sözedebilir? Sözgelimi Danıştay’ın siyasi ortama göre karar verdiğinin açık kanıtı durumundaki son “katsayı kararı” ile meslek liseli öğrencilerin üniversite sınavlarında mağduriyete uğraması için çaba gösteren İstanbul Barosu ve benzeri kuruluşlar, hak ve özgürlük mücadelesinin sivil toplum örgütü olmanın itibar ve güvenilirliğini taşıyor olabilirler mi?

Yahut üniversitelerde başörtüsü yasağı devam ediyor olmasına rağmen bir zamanlar meydanlarda yeri göğü inleten protestocu sivil toplum örgütlerinin, mevcut iktidar döneminde ya seslerini tamamen kesmeleri, ya da dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek biçimde, protesto gösterilerinde hükümetin karşıtlarını hedef almaları onların sivil toplum olma kimliklerine halel getirmez mi?

Başörtüsü yasağı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin veya diğer yargı kurumlarının, laik çevrelerin, bürokrasinin vs. suçlanması, ama sorun çözme makamı olan hükümete hiçbir şekilde baskı uygulanmaması sivil toplum iradesini temsil etme haysiyeti ve azminin neresine sığar?

Ya da mesela Türkiye’de asıl mesele YÖK’ün bizzat kendisiyken, bir zamanlar YÖK’ün kalkması için sokaklara dökülmüş olan sivil toplum örgütlerinin akıl almaz bir değişimle sisteme katılıp YÖK’e karşı Danıştay’ı protesto eder hale gelmesine ne demeli? Bu söylediğimiz hem iktidar yanlısı sivil toplum, hem de iktidar karşıtı sivil toplum için geçerlidir.

Türkiye’de siyasi gerginliğin toplumsallaşması ve giderek de derin çatlaklara neden olabilecek kırılmalar meydana getirmesinin aslında sivil toplum tarafında esaslı bir mukavemetle karşılaşması beklenirdi. Ama ne yazık ki o sivil toplum, muhtelif beklentilerle ya iktidardan yana hareket ediyor, ya da iktidarı devirmeye yeminli cephe içinde yerini alıyor.

Artık hiçbir şey vicdanen ve ahlâken doğru olduğu için savunulmuyor. Siyaseten doğrunun egemenliğine en erken ve kolay boyun eğen de ne yazık ki sivil toplum oldu.

Şu halde hangi tarafın sivil toplumu ne söylerse söylesin onun ardında mutlaka politik bir emel bulunduğunu düşünmekten bizi alıkoyacak hiçbir güvence, inanç ve itimat kalmamış demektir. Yine hiçbir hak ve özgürlük mücadelesi, ne yazık ki gerçekten saf bir hak ve özgürlük mücadelesi olduğuna, hiçbir siyasi artniyeti bulunmadığına, görünenin dışında bir emel peşinde koşmadığına bizi asla inandıramayacaktır.

Durum gerçekten vahimdir, karamsarlık zirvededir.

Bu yılgınlık ve inançsız ikliminden çıkmamızı sağlayacak tek yol, sivil toplum örgütlerinin taraftarlık ve tarafgirlik hissettiren üsluplarını acilen terketmeleri; sadece vicdanın, ahlâkın ve ilkenin savunucusu olduklarını kanıtlayacak işler yapmalarıdır.

Herhalde vicdan sahibi herkes, mesela başörtüsü yasağının kalkması için neden hâlâ hükümete baskı yapılmadığını merak ediyordur. Tıpkı öteki kutuptakilerin darbeciliğe karşı neden kararlı olamadığını merak ettiği gibi.