BENİ de anlar bundan şüphem yok diyordu.
Demekle kalmıyor üstüne üstlük ısrar da ediyordu.
Ağaç ki; üzerine türlü türlü kuşlar konar. Hepsine açar avucunu. Besler onları dallarında.
Barındırır onları.
Üzerine konan kuşların derdini tasasını alır. Onlara coşku ikram eder.
Kuşlar ki; mutludur ağacın dallarında. Huzurludur.
Emniyet duyarlar. Sığınırlar.
Bu minval üzere anlattı durdu. Arkası dönük olduğundan kime anlattığını tam seçemedim. Biraz daha yaklaştığımda torunu olabileceğini düşündüm.
Büyük bir bahçesi vardı ve çeşit çeşit ağaçları. Meyvelisi, meyvesizi. Uzunu, kısası ne ararsan bulunurdu.
Baharlar sonbahara döndü. Ağaçlar yaprak döktü. Issız kaldı dalları.
Kuşlar vefalıydı, yine de konmayı sürdürdüler.
Niye yaprak döktün diye ağacı sorgulamadılar hiç.
Varlığa müştak olanın yokluğa da rıza olmalı diye düşündüler. İyi de ettiler. Doğrusu buydu çünkü.
Küsmediler ne ağaca, ne dökülen yapraklara, ne kuruyan dallara ne de değişen mevsime.
Bilge belli ki, bir hayat dersi veriyordu.
İnsanların da yaprak dökebileceklerini, zaman zaman ıssızlaşabileceklerini anlatıyor onu hazırlıyordu her şarta.
Dediği gibi de oldu.
Aradan yıllar geçti devran döndü. Büyüdü nasihatleri dinleyen evlat. Hayat onu büyük bir şehrin tatsız tuzsuz yaşama şekliyle tanıştırdı.
Ağacın yaprakları döküldüğünde yaşadığı tenhalığı hatırladı.
Kendisi de tıpkı onun gibiydi.
Ne arkadaş kalmıştı etrafında ne de aileden bir fert. Yanlış kişileri sevdiğinden onlarda gazellere karışıp gittiler.
Direnemediler rüzgâra. Savruldular.
Dedesini hatırladı. Hafızasını zorladı ve söylenenleri çağırdı, zihnini güncelledi.
Demek ki, beni anlatmış dedi. Bu günleri görmüş.
Deniz kıyısında bir bankın üzerinde oturuyordu. Sevdiğiyle beraber hep oturmak istediği yerde.
Ama yalnızdı.
İçi burkuldu. Nefessiz kaldığını sandı. Başını çevirdi sıra sıra duran ağaçlara baktı.
Ani bir hamleyle kalktı ve süratle en yakınındaki ayaca doğru yürümeye başladı.
Kimseye aldırmadan kollarını açtı ve ağaca sarıldı.
Sımsıkı sardığı ağacı hiç bırakası yoktu.
İçinden anla beni diyordu.
Kuşları anladığın gibi beni de anla.
Onları beslediğin gibi beni de besle…
Kuşlar gibi dallarına konamıyorsam da, avucunda olamıyorsam da işte sarılıyorum gövdene.
Sineni aç bana.
Duy kalbimin atışlarını. Gönlümün çığlığını duy.
Sesimin kısık olduğuna bakma. Gözümün nemli oluşuna bakma.
Ağaçlar anladı onu.
Her hafta buluşmaya başladı. Uzun uzun sardı.
Görenler mi? Bir tuhaf bakıyorlardı elbet. Ama aldırmadı kimseye.
İnsanlar anlamadı beni, ağaçlar anladı.
Söylesem soranlara anlarlar mı ağaçlar kadar beni? Sorusunu kendisi cevapladı. Anlamazlar.
O halde susmayı tercih etmesi gerektiğini düşündü.
Onu çevredekiler hep ağaçları sararken gördüler.
Ama ağaçların da onu sardığını gören olmadı.
23.03.2018