Asıl konuşulması gereken meseleleri konuşmuyoruz nedense: Tarhan Erdem'in araştırma şirketi KONDA'nın bir araştırması yayımlandı yakınlarda. Ürkütücü, ürpertici bir sonuç var ortada: Araştırmaya göre, Türkiye'de Kürtlerle çalışmak, evlenmek ve komşu olmak istemeyen "Türkler"in oranı partilerin seçmenlerine göre şöyle: CHP: % 43; AK Parti: % 49; MHP: % 69! Tarhan Erdem, husûmetin oranının üniversite mezunları arasında daha yaygın olduğunu belirtiyor!
Bir Müslüman toplumda olmayacak bir ilkelliğin, ruhsuzlaşmanın, dağılmanın, kopuşun ürkütücü bir habercisi bu!
Bırakınız aynı dinin iki etnik unsurunu bir arada yaşatabilmeyi, farklı dinlere mensup toplulukları yüzyıllarca birlikte, nesneleştirmeden, ötekileştirmeden, barış ve huzur ortamı içinde yaşatabilmiş bir medeniyetin çocuklarının nasıl bir "felâket"in eşiğine sürüklendiğinin ürpertici bir göstergesi bu tablo!
***
Türkiye seçimlere gidiyor ama sular bir türlü durulmak bilmiyor: Her sabah, güne, endişeyle uyanıyor Türk halkı: Türkiye, seçime değil de, sanki "savaş"a gidiyormuş gibi bir hava hâkim her yerde!
Burada şaşılacak bir şey yok aslında. Çünkü Türkiye'de taşlar yerli yerine oturmuş değil; normalleşebilmiş değiliz henüz: Eğer normalleşebilmiş olsaydık, bunca general kaç yıldan bu yana halkın iradesini hiçe saymak demek olan darbeye teşebbüs davasından yargılanıp içeri atılabilir miydi?
Askerî darbe teşebbüsünden sözediyoruz! Milleti, millet iradesini hiçe sayan bir zihniyetin Türkiye'de rahat durmadığından, Türkiye'ye rahat nefes aldırmadığından sözediyoruz!
***
Ama öte yandan da, sanki ülkede her şey normalmiş gibi umarsızca ve duyarsızca yaşayıp gidiyoruz.
Ülkenin temel varoluş sorunları hâlâ orta yerde dururken, özellikle de geniş muhafazakâr kesimler, biraz da kolayca sınıf atlamanın verdiği sarhoşlukla, önceleri hayat-memat meselesi olarak gördükleri temel meseleleri sanki halledilmiş gibi vurdumduymazca bir hayat yaşıyorlar...
Toplumun geniş İslâmî kesimlerinin tek terdi, daha fazla kazanmak, daha lüks bir hayat sürmek, daha fazla tüketmek artık: Daha fazla tükettikçe, daha lüks tüketim maddelerine "saldırdıkça", daha fazla tükendiklerini göremiyorlar: Bu ülkenin varlık nedeni ve emin bir geleceğe yürüyebilmesinin yegâne temeli olan varoluşsal ilkelerini hızla terk ediyorlar; süratle, açgözlülükle, pespaye şekillerde sekülerleşiyorlar.
Oysa sekülerleştikçe, bu ülkenin varlık nedenlerini yok ediyorlar; bu ülkenin tehlikeli bir sosyolojik, siyasî, zihnî, etnik parçalanmanın, ayrışmanın, husûmetin, çözülmenin, yozlaşmanın eşiğine sürüklenişinin tohumlarını ekiyorlar aslında.
***
Türkiye'nin liberal "entel-dantel"leri, İslâmî çevrelerin sekülerleşmelerini, bir "sağlılık alameti" olarak görüyorlar! Hormonlaşmayı, metamorfoz yemeyi sağlılık alameti olarak görmek, en büyük sağlıksızlık alâmeti oysa! Bu insanlar, İslâmî kesimlerin sekülerleşmelerinin, yozlaşmaları, ahlâkî değerleri ve varoluş ilkelerini yitirmeleri, tefessüh etmeleri, duyarsızlaşmaları, -aslında bu ülkenin omurgasını teşkil eden- korunaklı alanlarını ve direnç noktalarını yitirmeleri anlamına geldiğini, bunun bu ülkeye faturasının son derece pahalı olacağını görebilecek entelektüel yetilere sahip değiller maalesef.
Sekülerleşme, özgürleşmek demek değil; sekülerleşme dünyevîleşmek, duyarsızlaşmak, ahlâkî kaygıları terk etmek, konformistleşmek, fırsatperesçileşmek; yolsuzlukların normalleşmesi, haram-helâl ayırımının unutulması, kul hakkının hiçe sayılması, etnik duyarlıkların putlaştırılması; dolayısıyla bu toplumu birbirine bağlayan, tutuşturan, rapteden tutkalın, ruhun, kardeşliğin yok olması demek.
İmparatorluk bakiyesi bir ülkede bunun siyasî, sosyal ve zihnî sonuçlarının ne kadar yıkıcı ve yok edici olacağını görebilecek bir elitokrasi ve entelijansiya yok bu ülkede, ne yazık ki.
Şunu görelim artık: Bu toplum sekülerleştikçe, siyasî olarak dağılmanın ve parçalanmanın; sosyal olarak ayrışmanın ve husûmetin; kültürel olarak etnik miyoplaşmanın ve psikopatlaşmanın eşiğine sürüklenecektir.
İşte önceki gün Başbakan'ın Diyarbakır mitingi, Türkiye'nin sembolik olarak son şansının o mitinge katılan kitle ve o kitlenin temsil ettiği bütün etnik, siyasî, sosyal, kültürel farklılıkları ikincil farklılaşmalar / zenginlikler olarak gören İslâmîleşme süreci olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Diyarbakır'daki o kitle, Türkiye'nin bölünmesinin, parçalanmasının, etnik kesimler arasındaki husûmetin, ayrışmanın ve kardeş kavgasının önlenmesinin şifrelerinin nerede gizli olduğunu, yegâne adresinin neresi olduğunu herkese gösterdi bütün çıplaklığıyla: Eğer Türkiye, bu şifreleri doğru okuyamazsa, Tarhan Erdem'in araştırmasının önşaretlerini verdiği "felâket"in eşiğine sürüklenmekten kurtulamaz.
Ayrıca bu yalnızca bizim değil, dünyanın felâketi olur: Çünkü dünyaya yeniden adalet, hak, hakkaniyet ve kardeşlik düzeni armağan edecek esaslı medeniyet fikrine ve iddialarına biz sahibiz yalnızca!