(geçen haftadan devam)
Hocayı ve yedi yıl kaldığı yerde yapmış olduğu hizmetlerin önemini anlatmak için, talebelerinin arasından müstakil kitap yazan birisi mutlaka çıkacaktır. Bense, bu yazı dizisine başlık olan olayı anlatarak şimdilik konuyu kapatmak istiyorum.
1983 yılı Mart ayı bütün ülkede olduğu gibi, hocanın sürüldüğü ilçede de kar yağışı altında geçti. Baharın ilk ayı olması umulan Mart, zemheri soğuğundan daha sert kış yaşattı. Çatılardan sarkan bir buzulun kopması sonucu altından geçen bir kişi hayatını kaybetti. Su boruları donduğu ve birçok yerde patladığı için uzun zaman sular akmadı. Yıl içinde, kötü hava şartları yüzünden toplamda en fazla bir veya iki gün tatil edilen okullar, o yıl tam iki hafta öğretime ara vermek zorunda kaldı.
Dondurucu soğuklar yüzünden bütün şehir ölüm sessizliğine büründü. Acil ihtiyaçlar dışında dışarı çıkmaya cesaret etmek, delilik ile eşdeğerdi. Kış ayının ne kadar şiddetli geçtiğine şu örnek yeterli olur sanırım. Aksatmadan işlerini yaparak ekmek çıkartan fırın sahipleri, bazı mahallelere araçla giremediği için, belediye kendi araç ve imkânları ile ekmek dağıtımını üstlendi.
Okulun tatbikat camisi, okula 50 metre mesafedeydi. Caminin bahçesi biter bitmez, Çamlık denilen mesire yeri vardı. Mesire alanının bittiği yerden de, devasa çam ormanı başlıyordu. O dönemde henüz caminin şadırvanı bitmemişti. Abdest alma yerleri de cami bahçesinin en uzak yerindeydi. İhtiyaç için tuvalete çıkmak, buz gibi havada, cam gibi bir patika yolda yürümek demekti. İhtiyaca çıkan, sular akmadığı için gerekli olan suyu da bir kap içinde beraberinde götürüyordu.
Hoca, beraber kaldığı, cami görevlisi öğrencisine;
-Kulağıma kurt uluması sesi geliyor, sabah namazı için abdest almaya çıktığın zaman dikkatli ol diye uyardı.
Bu ikazdan birkaç gün sonra, gece ihtiyaç için dışarı çıkan hoca, dönüşte cami kapısının yanına yaklaştığında, nereden çıktıklarını anlamadığı üç tane kurdun kıpırdamadan beklediğini gördü. Birisi biraz önde diğer ikisi hemen arkasında, nefeslerini tutarak hocayı gözleriyle takip ettiler.
O korkunç son gelmek üzereydi. Keskin gözleri ile hocayı süzen öndeki kurt, hocanın hareket etmesini bekledi. İlk hamlenin rakibinden gelmesini bekleyen ve daha sonra ortalığı birbirine katan kabadayıların karakteri okunuyordu gözlerinde.
Hoca ömrünün sonuna geldiğini, ne yaparsa yapsın aç kurtların elinden kurtulamayacağını düşündü. İlk aklına gelen şey, KURTLAR tarafından parçalandığını duyunca babası ve akrabalarının bunu yanlış yorumlayacağını, ölümüne sebep olanların gerçekten aç kurtlar olduğuna asla inanmayacakları oldu. Şayet cesedi parçalanırsa, olayın aslını öğrenmek için memleketinden gelecek silahlı bir otobüs dolusu hemşerisinin, ortalığı kan gölüne dönüştürebileceği gerçeği ürpermesine yetti.
Hayatı boyunca kendini bilmez KURTLARLA (!) mücadeleden kaçmamasına rağmen ecelinin gerçekten KURTLARIN elinden olacak olmasındaki ironiye elinde olmadan tebessüm etti.
Tüm bu düşünceler, hayatta kalmak dürtüsünün baskın çıkması ile sona erdi. Çaresizce etrafına göz gezdirdi. Kaçabileceği bir yer veya tutunabileceği bir dal aradı ama nafile. Cami kapısı yaklaşık üç metre gerisindeydi. Kaçma şansı hiç yoktu. Yer zaten kaygan, zemin cam gibiydi. Ayağının kayıp düşmesi veya kaçarken kurtların yetişmesi ihtimali çok yüksekti.
İçinden sessizce kelime-i şehadet getirdi. İşlediği tüm günahlara tövbe etti. Tövbe ederken, samimiyetinin Allah tarafından kabul görmesini diledi.
O sırada en samimi hali ile Rabbine, “Ya Rab, ölmem hayırlı olacaksa beni öldür, yaşamam hayırlı olacaksa yaşat. Kalan ömrümde, senin yolundan bir saniye bile ayrılacak olsam benim canımı burada al. Al ki, sana asi bir hayat sürmekten beni koru. Ya Rab, hayatım boyunca senin sevdiklerini sevmek, senin buğz ettiklerinden nefret etmek şiarım oldu. Beni peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, velilerle birlikte dirilt. Ya Rab, bana yardım eyle, çaresiz kalan kulunu, şu azgın kurtların elinden kurtar. Medet Ya Rabbi, dakileh Ya Resûlallah” diye dua etti.
Duasının bitmesi ile birlikte yanı başında kim olduğunu bilmediği bir ihtiyar belirdi. Güven veren sesi ile hocaya;
-Evladım korkma, henüz ecelin gelmedi. Allah seni bunların elinden benim vasıtamla kurtaracak, ben dediğim vakit bismillah de, elindeki maşrapayı kurtlara fırlat “Celaal” diye bağır, gerisini bana bırak, dedi ve arkasından ihtiyar adam “Haydi” diye ünlendi. Hoca, denileni aynen yaptı, kurtlar neye uğradığını şaşırdı, hocanın bağırması ile birlikte cami odasındaki iki talebesi koşturdu. Hocanın kurtlarla olan boğuşmasına yetişti.
Kurtlar, hocanın bağırması ve maşrapayı fırlatması, içeriden gelen koşuşturmalar ve ihtiyarın DESTUUR diye elini kaldırıp indirmesi ile neye uğradıklarını şaşırdılar. Saldırıya hazırlanırken korkup kaçtılar. Ayağı kayıp yere düşen hocanın sağ kolu, itiş kakış esnasında kırıldı.
Aradan iki hafta geçtikten sonra, şehrin ve o bölgenin en önemli kanaat önderi (Allah (cc) sağlıklı, hayırlı, uzun ömürler versin, bugün itibarıyla hâlâ sağ ve ilerlemiş yaşına rağmen hizmetlerine devam etmektedir) hocanın ziyaretine geldi. Hoşbeşten sonra, tüm samimiyeti ve içtenliği ile şunları söyledi:
-Muhterem, böyle durumla bir daha karşılaşırsan aklına hemen Abdulkadir Geylani (ks) hazretlerini getirip, mübareği oralardan yorma. Horasan’dan gelip, burada yaşamış ve burada metfun nam-ı diğer geyikli babamız Bahaeddin Gazi hazretleri var. Onu aklına getir, yeterli olur güzel hocam…