(geçen haftadan devam)
Okulların açılması, kendi deyimi ile fırtınalı günlerin habercisiydi. İlk ay dolmadan bütün okulda, ikinci ayın sonunda derslerine girdiği öğrencilerinin tamamının evlerinde sohbetlerin ana konusu oldu. Hocanın girdiği her sınıfta söylediği “İmam-Hatipli öğrenci ne çakaldır ne kurt, olsa olsa aslandır hem de aslanlar aslanı” sözü bir slogan olarak öğrencilerinin dilinde pelesenk oldu.
İlk iş olarak, öğrencilerinin özgüveni konusuna eğildi. Takip ettiği metot orijinal, hiç duyulmamış, yepyeni bir husus değildi. Özgüven bilgi ile doğrudan ilişkiliydi. Bilen insan, başta kendisini, ardından çevresini ve nihayetinde dünyayı tanırdı. Bunun için kitap okuma kampanyası başlattı. Kitap okuyan öğrencisini her zaman ödüllendirdi. Çarşıda gördüğü herhangi bir öğrencisine hoşbeşten sonraki ilk cümlesi “dün hangi kitaptan kaç sayfa okudun” şeklinde oluyordu.
İlk yılın sonunda Asım Köksal’ın İslam Tarihi adlı devasa eseri küçük bir şehirde bin adetten fazla satıldı. Yayınevi sahibi, “Bu şehirde ne oluyor da 10 ciltlik bir eser peynir-ekmek gibi satılıyor” düşüncesiyle İslami eserler satan iki kitapçıyı yerinde görmek için şehre geldi. İki gece kalıp, müftü dâhil İslami camianın önde gelen insanları ile görüştü. Meseleyi hemen kavrayacak kadar feraset sahibi olan yayınevi sahibi İstanbul’a döner dönmez özel baskılı yaldızlı ciltlerden oluşan bir takım İslam Tarihi kitabını hocaya hediye olarak gönderdi. Eşantiyon şeklindeki bu tip hediyelerden uzak duran hoca, bu takımı da en çok sevdiği öğrencilerinden birisine hediye etti.
Her öğrencisine, seviyesine göre kitap okutan hoca, gelecek gördüğü, çalışkan ve sınıfının lider kapasiteli öğrencilerine önce Said Havva’nın “Allah Rasulünün Ahlak ve Kültürü”nü, ardından Hasan el-Benna’nın “Risaleler”ini, üçüncü kitap olarak ta Ahmet Önkal’ın “Allah Rasulünün İslam’a Davet Metodu” kitaplarını okutuyordu. (Günün şartlarında nasıl yaptı, kiminle halletti bilinmez, Risaleler’in o zamanlar yasaklı iki cildini de bulup öğrencilerinin okumasını sağlaması bugün bile takdire şayandır.)
Hocanın tebliğ metodu olarak izlediği yol basit ama gerçekten etkileyiciydi. Hocaya göre öğrenci; fikri, ahlâki ve ameli alanda yetiştirilmeliydi. Fikri alan için yukarıda örneklerini sıraladığım kitaplar bir başlangıçtı. Bunları okuyan herkese devam kitapları da okutuyordu. Ahlaki alanda Peygamber Efendimiz (SAV)’in hayatını en ince ayrıntısına kadar ezber derecesinde öğretiyordu. Asım Köksal’ın İslam Tarihi eseri bu konuda devreye giriyordu. Ameli alan ise tatbikat alanı idi. Farzlar başta olmak üzere her Müslüman yaşına-başına bakmadan ahlaki alanda öğrendiği örnek hayatı uygulayabildiği kadar kendi yaşamında tatbik etmeliydi. Kur’an’la içli dışlı hayat bir Müslümanın en büyük sorumluluğu ve lezzet kaynağıydı. Kur’an’la beslenmeyen ruhlar ölü ruhlar demekti. Öğrencilerinin her hatasını tolere etmeye meyyal kişiliği, söz konusu Kur’an olduğunda tavizsiz bir tutuma dönüşüyordu. “Cihad ayetlerini bilmeyenden mücahid olmaz, sabah namazına kalkamayan nefse sahip insanlardan Peygamber aşığı bir nesil yetişmez” diyor ve öğrencilerini de bu yönde teşvik ediyordu.
Zamanın siyasi şartları gerçekten çetindi. Her siyasi görüşten öğretmenler seçilip sanki özellikle bu okulda görev yapması için atanıyorlardı. Okulda, daha önceki görev yerinde aşırı sol gruplardan, din-iman bilmez Allah tanımaz öğretmenden, Nihal Atsız’dan daha Türkçü sürgün yemiş öğretmenlere kadar geniş yelpazede düşüncelere sahip birçok öğretmen derslere girip çıkıyordu. Bir defasında bir matematik öğretmeni İmam-Hatip’te görev yaptığını unutup “Faşist bunlar, kendileri her gün köfte yerler, öğrenciye kuru fasulye yedirirler. Dindarız derler, en ufacık menfaatte dini satarlar, milliyetçiyiz derler, vatan satılır umurlarında olmaz” şeklinde propagandaya başladı. İri kıyım bir öğrenci “Size ne hocam, belki biz kuru fasulyeyi köfteden daha çok seviyoruz” şeklinde sesini yükseltince konuşmasını bitirmek zorunda kaldı.
Bir öğrencisi özel bir sohbette;
-Hocam, kendinizi çok paralıyorsunuz, derste bu kadar perişan olmanıza ne gerek var? Sizi dinleyen öğrencilerin sayısı zaten belli dedi.
-Oğlum, ben de farkındayım. Derslerimi üç tür öğrenci dinliyor. Birincisi sizin gibi hakikaten bir şeyler öğrenmek için çırpınanlar. İkincisi, yaptığımız dersleri aşırı bulsa da, konulara ilgi duyanlar. Üçüncü grup ise beni sevmese de not korkusu veya azarlanma belasından dinlemek zorunda kalanlar. Ben derslerimi öncelikle size yapıyorum. Kendinizi iyi yetiştirin, geliştirin diye. İkinci grup şimdi olmasa bile dinledikçe şuurlanacak, imam-hatip ruhuna sahip olacak öğrencilerimden oluşuyor. Üçüncü grup ise, lise bitinceye kadar belki fikriyatını değiştirmeyecek ama ben onların gönlüne beni sevmeseler bile öyle bir bomba yerleştiriyorum ki bu bomba önünde sonunda patlayacak. Allah sevgisi, Resûlullah aşkı onları da saracak. Onları sarmasa çocuklarına sirayet edecek. Söylediğimiz hiçbir sözü Allah boşa çıkartmaz. Bizim görevimiz bildiğimiz hakikatleri tebliğ etmek. Gerisi Allah’a kalmış. Herkes kısmeti ölçüsünde nasiplenecek.
(devamı haftaya)