Otogarda arabadan indiğinde gözlerine inanamadı. Dört tarafına bakındı durdu. Her taraf dağlarla çevriliydi. Biraz yürüse, sanki dağlara doğru yokuş çıkmaya başlayacakmış gibi bir his kapladı içini.
Kendi memleketi aklına geldi. Zaten yirmi dört saatlik yolculuk esnasında memleketi gözünün önünden hiç gitmemişti. Uçsuz bucaksız ovalara sahip, babasının sahip olduğu arazide dörtnala at sürse hiç bitmeyecekmiş gibi olan topraklarını düşündü. Acaba babasını dinlese daha mı iyi olurdu diye gönlüne bir ateş düştü.
-Oğlum, deli misin? Ne işin var, adını sanını bilmediğin yerlerde? Memleketi sen mi kurtaracaksın? Bas istifayı, açalım sana bir yer, ayrılma yanımızdan diye babası çok ısrar etti. Bir ara acaba yapsam mı diye düşünmedi değil. Ama sonunda babasına;
-Babam, burada kalarak beni şikâyet edenleri sevindiremem. Adamı sürdürdük, hemen görevinden istifa etti. Böylece birisinden kurtulduk dedirtemem dedi ve son noktayı koydu.
Öğretmendi. Olay 1982 yılında gerçekleşmişti. 12 Eylül’ün üzerinden iki yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, askerlerin gölgesi bile insanları korkutmaya yetiyordu. Şeriatçı demişler, bir şey tutturamamışlardı. Ardından İrancı dediler yine bir şey çıkmadı. Ama üçüncü ve son şikâyet konusuna askerlerin kayıtsız kalması düşünülemezdi. Çamur at tutmazsa izi kalsın misali “Atatürk düşmanı” yaftasını yapıştırıverdiler. Göstermelik bir iki soruşturma ve ifade alma işinden sonra Türkiye’nin bir ucundan diğerine sürüldü. Gideceği okulun İmam-Hatip Lisesi olduğunu öğrenince, meslek dersleri öğretmeni olarak her yerde görev yaparım düşüncesiyle yola koyuldu. Çocukluğunun, gençliğinin geçtiği yerden, tüm hatıralarını arkada bırakarak, anne ve babasının gözyaşları ve duasıyla hareket etti.
Otogarda gördüğü manzara hayal kırıklığı oluştursa da gerçekten başka bir yere ve kültüre geldiğini ilk akşam anladı. Okula gitti, göreve başladı, geleceğini bilen idareci ve diğer meslektaşlarının hayırlı olsun temennileri arasında lisenin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni akşam yemeği için evine davet etti.
Deyim yerinde ise açlıktan ölmek üzereydi. Oldum olası, dışarıda yemek yemeği bir türlü beceremiyor, mecbur kalmadıkça da lokanta yemeklerinden uzak duruyordu. Sofraya gelen çorbaya şaşırsa ve kendince ayıplasa da misafir umduğunu değil bulduğunu yer düşüncesiyle, çorbayla birlikte ekmeğe yüklenerek karnını iyice doyurdu. Kendi memleketinde sofra görsel bir şölene dönüşmeden yemeye oturulmaz, çorbası, salatası, ana yemeği, ara sıcak denilen atıştırmalıkları, hatta varsa tatlı bile sofraya konur, yemeğe başlayan kişi istediği yemekten istediği sıra ile istediği kadar yerdi. Çorbanın ardından zeytinyağlısından, et yemeklerine, böreğinden, tatlısına kadar sıra ile yemekler gelmeye başlayınca çorba ile karnını doyurduğuna üzüldü. Demek ki, burada sofra kültürü böyleymiş diyerek bir daha aynı hataya düşmemeye karar verdi. Ama aradan yıllar geçse de yemekten sonra ikramlanan kahvenin tadını ömür boyu unutmadı. Bir kahvenin niçin kırk yıl hatırı olduğunu o gece gerçekten anladı.
Yaşı otuz olmasına rağmen henüz evlenmemişti. Yöresinin bazı adetlerini çok sevse de inancımıza aykırı olan ama töre diyerek yerleşmiş uygulamalarından bıkmıştı. Evlenememesinin sebebi de böyle yanlış bir anlayışa dayanıyordu. Yaklaşık dört sene önce kardeşi vefat etmiş, onun yasını en az beş sene tutmak zorunda olduğundan evlenememişti. Bekâr olduğuna belki de ilk kez sevindi. Bu gurbet ele evli barklı, çoluk çocuk gelmek daha zor olurdu.
Müdür yardımcısının teşvik ve isteği ile okulun tatbikat camisinde bir odada kalması uygun görüldü. Caminin de imamı okulun öğrencisi olduğundan ona da göz kulak olması gerekecekti. En azından yarıyıl tatiline kadar, çevreyi tanır, taşınmak isterse bir ev tutabilirdi.
Okul idaresi bir talebinin olup olmadığını sordu: Lise 1’lerin Siyer dersi dışında bir isteği olmadığını söyledi. Bu tercih, Allah Resulü (SAV)’in hayatını anlatmaktan aşırı haz duymasının bir sonucuydu. Ayrıca lise birlere çok önem veriyor, imam-hatipli bir öğrencinin en önemli senesinin liseye başladığı sene olduğuna inanıyordu. Liseye başlayan öğrenci kendini nasıl yetiştirmeye başlarsa geleceğinin o şekilde filizleneceğine inanıyordu.
(devamı haftaya)