Bu ülkenin kaynakları bir avuç gözü dönmüş, devşirik azınlık tarafından yıllardır yağmalanıyor. Tarih boyunca yeryüzünü ve yürekleri imar etmek için yaşamış, hayatını bu uğurda vakfetmiş, bu büyük medeniyetin tüyü bitmemiş yetim torunlarıyla, adeta dalga geçiliyor.
Basiret penceresinden bakıldığında incir çekirdeğini doldurmayacak saçmalıklarla, sanallıklarla ve boş işlerle oyalanıyoruz. Milletçe, bu derin uykumuz ve boşvermişliğimiz sürdüğü sürece de oyalanmaya devam edeceğiz.
Okumuyoruz, araştırmıyoruz, paylaşmıyoruz. Nereden gelip nereye gittiğimiz konusunda kafa yormuyoruz. Sürekli bir şeylerle meşgulüz ve sürekli yoğunuz. Aklımızı kullanmak gibi bir derdimiz yok. Aklımızı kullanmayınca da o muhteşem hakikât zühûr ediyor: “O (c.c); akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakır.” (Yunus, 100)
İmanlarımız güdük; güdük olduğu kadar şartlı ve sanal. Neye inandığımızı, neye iman ettiğimizi bilmiyoruz. Çorap almak için dokuz dükkân dolaşıyoruz da, iş imanımıza ve dinimize gelince hep sallıyor, erteliyoruz.
Hâl böyle olunca, O (c.c) da bizi sallıyor ve erteliyor.
Sanki O’ nun (c.c) bize ihtiyacı varmış gibi davranıyoruz. Ve etrafa benlik şirkinin iğrenç kokusu yayılıyor.
Kur’ an’dan bîhaberiz. Hayatın kullanma kılavuzunu anlamak gibi bir derdimiz yok. Bize göre o, cenaze ardından okunmak için gönderilmiş bir kitaptan başka bir şey değil.
Kıytırık bir elektronik cihazın bile kullanma kılavuzu olsun da, şu muhteşem ahenk içindeki hayatın olmasın öyle mi?
Velhâsıl; hayatı anlayamıyor ve anlamlandıramıyoruz.
Yanlış yerlere demir atıyor ve yanlış yerlerden medet umuyoruz. Bize dayatılan pencerelerden bakmaya mecbur bırakılıyoruz.
***
Kürt açılımını ele alalım.
Gündemimizi çok uzun bir zamandır meşgul eden sanal sorunlardan sadece biri bu. Bu sorun yüzünden yıllardır akan kardeş kanına, bu sorunu başımıza musallat eden ve bu devletin kaymağını yiyen insanlık düşmanlarının salyaları karışmaya devam ediyor.
Ben bu insanlık düşmanlarına aldırmıyorum. Olaylara kendi penceremden; bizi tarihe özne yapan değerlerler penceresinden bakıyorum. Benim iman pencereme yansıyan gerçekler ise şunlar:
Yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan her mahlûkât, yaratıcısını gösteren bir işaret parmağıdır. Yani ayettir.
İnsanlar, ağaçlar, güneş, ay, gezegenler, bitkiler, gözle görünen ve görünmeyen bütün canlılar, hayat, ölüm, diller, renkler, kavimler, milletler… hep birer ayettirler.
O’ nu (c.c.) işaret eden birer ayet…
Bu ayetlerden birini yok saymaya çalışmak güneşi yok saymaya çalışmaktır, hayatı yok saymaya çalışmaktır, kişinin kendisini yok saymasıdır; traji-komiktir.
Yani benim lügâtimde; üzerine yağmurun yağdığı, güneşin doğduğu her şey özünde kardeştir, kardeş yaratılmıştır; ilâhi senaryonun kâinat sahnesinde, kendisine mutlaka bir rol biçilmiştir.
Bu noktada hayatın kullanma kılavuzundan, bu sanal Kürt sorununu başımıza bela edenlere gelen şu tokat gibi cevap, aynı zamanda kavimler ve dillerlerin neden yaratıldığı konusuna da açıklık getirmektedir:
“Ey insanlar! Bakın, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurât, 13)
O (c.c) yarattığını bilmez mi? Neyi, ne için yarattığını bilmez mi?
Bilir elbet. Kâinatın sahibi ne söylüyorsa doğru odur.
O (c.c); “kavimleri, milletleri, renkleri, dilleri birbirinizi daha rahat-kolay tanıyabilesiniz diye yarattım” diyorsa; gerisi fasa fisodur.
Gerisi zulümdür. Karanlığa kurşun sıkmaktır.
Bin yıldır bu topraklarda beraberce huzur içinde yaşayan, yedi düvele karşı cephelerde göğüs göğüse çarpışan, birbirinden kız alıp vererek adeta tek millet olan, O’ nun (c.c) Türk ve Kürt ayetlerini, birbirinden ayırmaya çalışmak, birini diğerine üstün göstermeye çalışmak, bir diğerini yok saymak… güneşi yok saymaktır; yağmuru yok saymaktır.
Eşyayı yerinden etmektir. Zulümdür.
Şu mübarek Ramazan iklimini fırsat bilelim.
Yağmurun sesine, güneşin sesine kulak verelim.
Çanakkale’ nin sesine kulak verelim.
Ve içimizdeki kin ve düşmanlıkları, en kuytu karadeliklere gömelim.
Yaratılmış her nesnenin, özünde kardeş olduğu gerçeğini unutmayalım.
Her sesin, her rengin ve her nesnenin, kâinatın muhteşem orkestrasında, mutlaka bir yerinin olduğunu unutmayalım.
Yağmur damlacıklarının feryadı, bize en güzel cevap olsun.
kenanozmen@gmail.com