Kürt sekülerleşmesi, "Arap Baharı" ve Türkiye'nin parçalanması

xxxx1

Seçimlerden sonra Türkiye, Kürt sorununda yeni bir sürece girdi: Bu süreçte, bir yandan, PKK eylemleri süreklilik kazanırken, öte yandan, KCK tutuklamalarında, KCK olgusu etrafında yapılan tartışmalarda bir yoğunlaşma yaşanıyor.

Her ne kadar, Başbakan Erdoğan, KCK tutuklamaları konusunda yapılan eleştirilere, "durum, tahmin edemeyeceğiniz kadar vahim; henüz açıklan/a/mayan gerçekler var" dese de, ben, Büşra Ersanlı'nın tutuklanmasını içime sindiremedim.

Sindiremedim; çünkü insanları hâlâ aptal yerine koyan, ilkel resmî tarih algısını yerle bir eden, belki de Cumhuriyet tarihi çalışmaları konusunda henüz aşılamamış, en yaratıcı, en imajinatif çalışmalara imza atmış biri Büşra Ersanlı.

***

Peki, Kürt sorununda girdiğimiz yeni sürecin -henüz anlaşılamadığını söylediğim- özellikleri ve kökenleri neler?

Her şeyden önce, PKK eylemlerindeki tırmanma, gerçekleştirilen açılımların dayandığı temel ilkelerin sorunlu ve yanlış olduğunu gösteriyor. Hükümete yakın çevreler, PKK eylemlerindeki tırmanmanın, PKK'nın tabanını aşındıracağını, daraltacağını, kitleleri PKK'dan uzaklaştıracağını düşünüyorlar. Bu, kısmen doğru olabilir.

Ama bu noktada görülemeyen bir gerçek var: Bu eylemler, PKK'nın tabanının kemikleşmesine, ayrılıkçı fikirlerin tabanda, özellikle de genç kuşaklar arasında derinlemesine kök salmasına yol açıyor: Seküler / sosyalist / Zerdüşt / etnik eğilimlerin hızla yayılmasıyla İslâmî duyarlıkları sürgit aşınan genç Kürt kuşakları, toplumun bütününün duygu ve inanç dünyasından hızla kopuyorlar.

***

Kürt halkı, 25 yıl öncesine kadar, Türk halkına göre, İslâmî duyarlıkları görece daha gelişkin bir halktı. Ancak Türkiye'deki basiretsiz ve ferasetsiz "irtica tehdidi" politikalarından ötürü, Kürt halkının sekülerleştirilme ve İslâm'dan uzaklaştırılma süreci hız kazandı.

Türkiye'yi bölünmenin eşiğine getiren "irtica politikaları"nın, küresel sistemin, "İslâm tehdidi", "fundamentalist tehdit", kısacası İslamofobia projesini hayata geçirdiği son 25 yıllık zaman dilimine denk gelmesi, bu süreçte Türkiye'de İslamofobia'yı azmanlaştıracak bir 28 Şubat sürecinin yaşanması, bütün bunlara Türkiye'deki "taşralı", zihnen sömürgeleşmiş seküler / Kemalist / ulusalcı elitokrasinin, entelijansiyanın zemin hazırlaması, Türkiye'deki elitokrasinin ve entelijansiyanın, ne kadar basiretsiz, ferasetsiz, küresel sistemin çıkarlarına hizmet eden "zihin özürlü" bir elitokrasi ve entelijansiya olduğunu gözler önüne seriyor.

***

Henüz fark edilemediğini düşündüğüm bir başka nokta da, "Arap Baharı" denen ayaklanmaların, Kürt ayrılıkçılık hareketine gözle görülür bir ivme kazandırdığı gerçeğidir.

Burada sorulması ve üzerinde kafa patlatılması gereken soru şu: En azından belli bir süreçten sonra, "Arap Baharı"nı yönlendiren "aktörler" ile, PKK'nın eylemlerinin süreklilik, Kürt ayrılıkçılık hareketinin ise ivme kazanmasını sağlayan "aktörler", aynı "küresel" aktörler mi acaba?

***

Sadece Kürtler değil, Türkiye'nin bizatihî kendisi, esaslı bir varoluş sorunuyla malul: Türkiye, yüzyıl önce yaşamaya sürüklendiği sekülerleşme süreciyle, medeniyet iddialarını yitirdi, kendi kendini sömürgeleştiren tek dünya ülkesi derekesine düşerek tarih-dışına itildi: Yüzyıl boyunca Türkiye, Batılıların yaptığı tarihte yalnızca bir figüran rolü oynayageldi.

Türkiye'nin sekülerleşmesi, Türkiye'nin tarih yapan medeniyet dinamiklerini dinamitlemeye kalkışmasıyla sonuçlandı: Bu toplumu binyıldır ayakta tutan yegâne üst kimlik, yegâne bütünleştirici değerler sistemi, fenâ hâlde aşın/dırıl/dı. Son 25 yıldan bu yana, bu sekülerleşme sürecine Kürtlerin de dâhil edilmesiyle birlikte, etnik kimlik, bütünleştirici İslâmî kimliğin yerine geçti ve Türkiye'yi parçalanmanın eşiğine getirip bıraktı. Bu yakıcı gerçeği görebilecek bir elitokrasinin, entelijansiyanın olmaması, bizim yaşadığımız trajedinin boyutlarını ele veriyor.

Eğer Türkiye, bütünleştirici medeniyet kimliği etrafında yeniden kenetlenme sürecine girmez de, seküler / siyasî, dolayısıyla ayrıştırıcı, ruhsuzlaştırıcı yöntemlerle varoluş sorunlarına çözüm arama yanılgısını sürdürürse, hem yeni bir dünyanın kurulmasında üstleneceği rolü yitirmekten, hem de "renkli devrimler"in itkisiyle azmanlaşan seküler / etnik / siyasî kimliklere ilkel bir şekilde tutkuyla bağlanarak parçalanmaktan kurtulamaz.