Kürt sorunuyla ilgili olarak kritik bir dönemeç daha aşıldı. Statüko artık daha fazla korunamaz hale geldi ve demokratikleşmenin hiç bitmeyeceği bir süreç olduğu anlaşıldı.
Bir arada var olma arzusu içerisinde olan sağduyulu herkes ahlaki bir duruş sergiliyor, sorumluluk alıyor. Oslo sürecinden bu yana küresel anarşi ise 'Anadolu'yu hedef alıyor, her defasında enseleniyor ve toplumda barışa olan desteği istemeden daha fazla kökleştiriyor. Algı operasyonu ters teptikçe, kronik sorunun çözümü konusunda sorumluluk hisseden herkes sürecin önemini daha iyi kavrarken, millet barışın mimarlarının yaklaşık 4 yıldır neden hedef alındığını daha iyi anlıyor.
Ve tabi devlet paradigmasının değişimi ve çözüm yolunda bir eşiğin aşılması için siyasi irade kararlılığını gösterdikçe, ateşten gömlek giyen siyasilere milletten destek artarak devam ediyor.
Türkler, mühendislik kökenli seçkinlerin dezenformasyon ile insanları karşı karşıya getirme çabalarına yüz vermiyor. Kürtler, barışı hedef alan küresel operasyonları boşa çıkartarak, çözüme sahip çıkıyor. Kürt meselesine ilişkin gündeme getirilemeyen konular böylelikle siyasi alana açılıyor, bildik güvenlik eksenli yöntemleri dayatanlar yalnızlaşıyor. Bu yalnızlığın onları küresel operasyonun bir parçası haline getirmesi ise yıllarca tercih edilen özgürlük karşıtı metotların ne kadar yanlış olduğunu belgeliyor.
Statükoları sallandıkça, dün 'tehdit' olarak gösterdikleri yapılar ile koalisyona giriyor, Çözüm Sürecini akamete uğratmak için, ahtapot gibi her kolu ayrı bir kuruma ulaşan paralelcilerden medet umar hale geliyorlar. Demokratikleşme adına atılan her adımın önüne birlikte set kurmaya çalışıyor, medyada sağladıkları birliktelikle de algı operasyonu yürütüyorlar. Hak ve adalet temelli çözüm konusundaki iradeyi alaşağı ederek, yerleşik düzenlerine sahip çıkmaya gayret ediyorlar.
Anlaşmışlar! Yerleşik düzende paylaşım alanları belli. Kan, gözyaşı, gerilim, düşmanlık... Özgürlük dalgasının önüne geçmek için düşman üretme merkezi gibi hareket ediyorlar. Ancak bölgenin kötü talihini değiştirmek isteyenler güçlendikçe, düşman değil daha fazla dost kazanmalarına yol açıyorlar.
Özetle; sırf nefsinin keyfi için düşmanlık yapanlar, kaybettiklerini geri almaya çalıştıkça, eski zevkleri çileye dönüşüyor. Telaşla "SAKININ" diye yasaklanan işlere sarılıyorlar. Kitlelerini yalana alıştırmaya, günaha bulaştırmaya çalıştıkça, bataklığa saplanıyorlar.
Şimdi de yeni bir planı el birliğiyle sahneliyorlar. Dinlemeler, şantajlar, montajlar ve yalanlar batağında boğulurken, alınan önlemler üzerinden algı çalışması yapıyorlar. “Hükümet yasakçı”, “Sansürcü” hatta “Ayrımcı” diyerek AK Parti’yi yıpratmaya çalışıyorlar. Hükümeti yasakçı göstermek adına eş zamanlı tetikçilerini sahaya sürüyorlar. Tetikçiler sinir uçlarına dokunacak operasyon gerçekleştiriyor, kalemlerinden kan damlıyor, dillerinde zehir…
Her türlü hakaret ve iftirayla hükümetten kendilerine karşın yaptırım adımı gelmesini bekliyorlar. İyiye dair ne varsa hedef alarak, her türlü provokasyonu deneyerek büyük bir sabır ve olgunluk gösteren yeni devlet anlayışını üzerlerine çekmeye çalışıyorlar. Devletin hukuk içerisinde kalarak vermeye hazırlandığı mücadeleyi sezdikçe, daha da çirkefleşiyorlar. Başbakan Erdoğan’ın kararlılığını gördükçe ‘mağdur edebiyatı’ yapıyorlar. Toplum bu mağduriyete inanmadığında ‘kaos’ planını işletip, oluşan toplumsal tepkiyi üzerlerine çekmek için daha da çirkefleşiyorlar. Bugüne kadar yapılan reformları boşa çıkartmak için gerilimi farklı alanlara yaymak adına gayret sarf ediyorlar. Orantısız güç kullanımı istiyorlar. Bu da tutmazsa birlik ve beraberliği tehlikeye düşürecek, kaos çıkarma amaçlı kontrgerilla eylemlerine başvuracaklar.
Oyuna gelmeyelim! Dik duralım, geri adım atmayalım ancak tuzaklarına da düşmeyelim. Battıkları bataklıktan üzerimize çamur sıçratmalarına izin vermeyelim. Tüm derin yapılarla, paralel örgütlerle, mücadele edilsin ama eş zamanlı reformlarla özgürlük alanları genişletilsin. Provokasyonlara asla gelinmesin. Reformlardan taviz verilmesin. Son 10 yılda elde edilen kazanımlara ara verilmesin. Bu kazanımların yok edilmesine asla izin verilmesin.
Onun için bugüne kadar yapılan reformların, Türkiye’de demokratik bir ortam doğurduğu, sivil toplumun görünürlük kazandığı, silahların değil insanların konuşmaya başlamasını sağladığı asla unutulmamalıdır. Şiddeti dışlayan alternatiflerin güç kazanması sonucunda Suriye olmaktan kurtulduğumuz dikkate alınmalı, ülkemizde esen özgürlük rüzgarının Ortadoğu’daki diktatörleri ve işbirlikçilerini nasıl paniklettiği gözden kaçırılmamalıdır. Zincirlerini kıran, hücrelerini yenileyen Türkiye’nin sadece kendi iç barışını sağlamakla kalmayıp Ortaoğu’ya örnek teşkil edeceği de ayrı bir konudur.
Demokratikleşme için karanlık yapılarla mücadele ne kadar önemliyse, özgürlükler için kapsamlı ve uzun vadeli adımlar atılması da hayati öneme sahiptir. İçinde bulunduğumuz süreç dâhilinde hiçbir talep ön yargılarla peşinen reddedilmemeli, toplumsal müzakereye açılmalı, var olan sorunlar kaygılara feda edilmemelidir. Sorunlar devam ettikçe bundan en fazla derin yapıların faydalandığı ortadadır. Çözüm ertelendikçe uzlaşma atmosferine zarar verici hamleler gelecektir. Büyük hazırlıkta yukarıda da belirttiğim üzere muhtemelen bu yöndedir. Geçmişte yaşanan acıların tekrar yaşanmaması için Türkler, Kürtler hatta diğer etnik kimliklere mensup vatandaşlara büyük görev düşüyor ama önlem alacak alan siyasi iradedir. Bize düşen görev geçmişe dönüşü engellemek için ahlaki bir sorumluluk alarak direnmektir. Siyasi iradeye düşen görev ise adalet ve barışa dair kaygı ve sorumluluk hisseden herkesi ve her kesimi, sürece dâhil etmektir. Sorunları ihmal lüksümüz yoktur. 17 Aralık süreci nasıl bir Küresel Kuşatma ile karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne serdi. Küresel kuşatma dik duruşla şimdilik dağılmış gözükse de, yaralı küresel Ergenekon daha tehlikelidir. Milletin müzminleşmiş dertleriyle yüzleşmek, bugüne kadar yok sayılmış, el atılmamış meselelerine çözüm üretmek, sadece Küresel Ergenekon’u değil, her fırsatta şiddetten nemalanan tüm yapıları çaresiz bırakacaktır. Yaralı Küresel Ergenekon ve son beş yılda aldıkları ağır darbeler ile sarsılan karanlık yapıların kullanmaya çalıştığı alanlar reformlar ile doldurulursa iç kanamadan yok olacaklardır.
Yerel seçimlerin ardından toplumu oluşturan tüm kesimleri farklılıklarıyla birlikte kucaklayarak kaynaşmış bir kitle haline getirebilmenin mücadelesini vermek bunun için elzemdir. Alevi meselesinin tam olarak anlaşılması ve makul bir çözüme kavuşturulması da bu açıdan çok önemlidir. Çünkü Alevi meselesi de toplumsal çatışmalara yol açabilecek, bütünlüğü tehlikeye düşürecek istismarlara zemin hazırlayan bir konudur. Bu açıdan Alevi meselesinin Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde çözüm bekleyen en önemli meselelerden birisi olduğu gerçeği dikkate alınmalıdır.