Kürdistan’da demokratik siyaset...

xxx23

BDP büyük ihtimalle bugün Meclis’e dönme kararı alacak…

 

Diyarbakır’da toplanacak olan grubun eğiliminden dolayı değil, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın, BDP’nin öncülük ettiği Blok Hareketi vekillerinin Meclis’e dönmesine ‘negatif yaklaşmadıklarını’ söylemesi nedeniyle…

 

Yoksa Diyarbakır’da nabız yoklarsanız, BDP tabanının radikal kesiminin belki de yönetimin aksine ‘Meclis’e geri dönmeye’ sıcak bakmadığını hissediyorsunuz…

 

Zaten o nedenle de Murat Karayılan bu direnci aşmak için, “tamamen egemenlikçi, anti demokratik ve zora dayalı bir siyaset yürütülüyor. Belki de AKP meclise gelmelerini istemediği için böyle yapmaktadır. Önemli olan burada duygusal yaklaşmamak, öngörülü ve politik yaklaşarak muhtemel oyunları boşa çıkarıcı, en doğru kararı alabilmektir. Bunu da Blok vekilleri grubu tamamen kendi öz iradeleriyle almalıdırlar” demekte…

 

Karayılan’dan gelen bu işaretin tersi bir karar çıkması pek de olası değil…

 

Zaten ‘Kürt siyaseti’nin analiz zorluğu da burada… Üç parçası var:

 

İmralı… Kandil… Ve BDP…

 

Ama Kandil silahlı…

 

Ve silah diğerlerini de şekillendirme ısrarında…

 

Galiba müzakere alternatifinin de en çetrefil noktası bu…

 

* * *

 

Pazar sabahı Gazi Köşkü’ndeki kahvaltıda BDP’nin genç eş başkanı Selahattin Demirtaş’a çerçeveyi berraklaştırmak için soruyorum:

 

“Açıkça, ‘burası Kürdistan, biz Kürt halkıyız, yaşanan 29. Kürt isyanıdır, burayı biz yöneteceğiz, bu nedenle federasyon istiyoruz’ dense bile eğer kör topal da olsa demokratik bir sistem söz konusu olacak ise bunun için de yeterli oy almanız gerekmez mi?”

 

Demirtaş, “burayı biz yöneteceğiz demiyoruz, tabii ki seçim belirleyici… Seçimde önde gelen burayı yönetir, bugün biz, yarın belki AK Parti de olabilir” diyor…

 

O zaman...

 

Her türlü demokratik talebin gerçekleşebilmesi, alınacak oy ile birebir bağlantılı olacak…

 

O halde, bugün de her tür söylem ve talebin seçim mekanizmasına ayarlı olması gerekmez mi?

 

Ama tabii ki BDP herhangi bir parti değil, Kandil’de mukim silahlı bir güç de var…

 

Zaten işler de o noktada karışıyor…

 

* * *

 

Silahların bırakılıp, taleplerin demokratik bir siyasal sistem içine akıtılıp, orada hayata geçecek zeminin oluşturulması gerekirken, silah kendi realitesini dayatarak şahinleşebiliyor; örneğin yasal güvenlik güçlerinin faaliyetini neden göstererek kendisi de can alıyor…

 

Ve maalesef, Birinci Cumhuriyet de bir türlü ‘Türkiye Kürtlerinin de devleti olmayı başaramıyor’; silahların susmasını tümüyle sağlayacak radikal bir demokratikleşmeye hız veremiyor… Yol alıyor ama temel mekanizmayı keskin ve acil bir şekilde dönüştüremiyor.

 

* * *

 

Kandil, ‘sorun çözmeye yönelik müzakere masasında’ da en zor konu…

 

Dağda ömür tüketmiş ve ellerinde büyük bir güç olanlar, çözüm olduğunda ne olacak?

 

Demokratik bir iktidara ‘yatay geçiş’ mi sağlanacak?

 

Bu başarılsa bile mevcut konumlarından vazgeçmeye razı olacaklar mı?

 

Oradaki müphem nokta çözümü zorlaştırdığı gibi şiddeti de ön plana çıkarabiliyor.

 

Bir de mevcut pozisyonlarını kaybetmek istemeyen, adresi de çok belirgin olmayan ‘savaş lobisinin’ sinsi çabası ve gücü de her daim her türlü tuzak ile ortada dolaşınca, çocuklar ölüp duruyor…

 

Ve çözüm bir türlü gelemiyor…

 

* * *

 

Çözümü engelleyen bir başka temel neden de siyasetin soru sorma biçimi:

 

‘Türkiye’yi kim yönetecek?’

 

‘Kürdistan’ı kim yönetecek?’

 

Aslında siyaset, ‘kim yönetecek’ kavgasını bir yana bırakarak ‘nasıl yönetecek’ yarışmasına girse ne kavga olur, ne de çocuklar ölür…

 

Ama Şark, ne yazık ki azmanlaşan siyasi tutkuların hep esiri oldu…

 

Yoksa ‘yöneten’ değil, ‘yönetilen’ önemli olurdu; zaten olamadığı için kimse vatandaş olmaya razı değil, siyasete bulaşan herkes ‘padişah’ olma peşinde…

 

* * *

 

BDP Meclis’e dönüyor…

 

Bakalım, tarihsel zafiyetlerin kangrenleşmiş sorunlarına çözüm bulacak mıyız?