Kültürel kısırlık

xxxx855

Eski Yeşilçam filmlerinin genel karakteristiği nedir? Hiç düşündünüz mü? Eski Yeşilçam filmlerinde kötülük hiçbir zaman galip gelmez. Film içinde türlü entrikalar çeviren kötü karakterler vardır, ama onların film boyunca yaptıkları kötülükler, filmin sonunda boşa çıkar. Bu filmleri izleyenler de mutlu, ferah biçimde sinema salonlarından ayrılırlar. Eski Yeşilçam filmlerinde argo kültürünün bile belirli bir dozajı vardır. Hele küfür hiç yoktur. Yani, bir filmi izlerken, bugün izlediğimiz garabet filmler gibi yüzlerce bip atılarak film izlenmez.

Geçtiğimiz günlerde bir programda eski Yeşilçam filmlerinin unutulmaz isimlerinden Zeki Alasya'nın, Şahan Gökbakar'ın Recep İvedik tiplemesine yaptığı eleştirilere denk geldik. Zeki Alaysa, bu filmler için, "İnsanların seyretmemesi gereken kalitesiz film" yakıştırmasında bulundu. Sadece kalitesiz mi? Düzeysiz, sığ, kepazelik, rezalet....

Recep İvedik tiplemesi, insanların içindeki maraz meraklara hitap eden ve sadece gişe başarısı için üretilen sipariş usulü bir filmin tiplemesidir. Bu tiplememin televizyon ekranlarında reyting yaptığını gören Şahan Gökbakar, çalakalem yazılan bir senaryoyla, kurgusu, görüntüsü rezalet biçimde insanların önüne bu tipi çıkarmış, maalesef milyonlarca insan bu tiplemeyi izlemek için sinema salonlarına doluşmuştur.

Zeki Alasya, "Belki biz teknik olarak beceriksizdik, imkanlarımız yoktu, ama, bu filmlerdeki insanlar hem oyunculuk açısından, hem teknik açıdan bizim kat kat önümüzdeler. Nasıl oluyor da böyle bir film ortaya çıkarıyorlar?" mealinde bir şeyler söyledi.

Önemli olan teknik açıdan imkana sahip olmak, oyunculuk açısından kaliteli olmak değil ki... Eğer ellerindeki imkanları kullanmış olsalar, oyunculuklarıyla kaliteli bir şey ortaya koymak isteseler, elbette koyabilirler. Ama onların derdi, kalitesizlikten rant devşirebilmek, kalitesizlikten menfaat imparatorluğu kurgulayabilmek.

Bu insanın yapacağı, yapmak istediği, ulaşmak istediği noktayla, yüklendiği misyonla ilgili bir şeydir.

Sadece bizim camiada olduğu için bir türlü bulunduğu yerden sıyrılamamış ve istediği noktaya gelememiş stand up'cı Recep Demirkaynak kendisiyle yaptığımız bir röportajımızda, "Sanatçı derdi olan insandır. Sanatçının derdi, iyiyi, güzeli, doğruyu, hakkı hakim kılmak olmalıdır" demişti.

Sanatçı, kalitesizlikten beslenemez.... Kalitesizliği topluma hakim kılmak için uğraşamaz. Sanatçı, toplumun önünde yürüyen insandır.... Sanatçı, bir toplumun aynası gibidir, eğer o ayna kirli olursa, toplum da kirlenir. Eğer o ayna temiz ve düzgün olursa, toplum da düzgün olur, kaliteli olur. Biz, Zeki Alaysa ve Metin Akpınar'ın fi tarihinde yaptığı filmlerin çok kaliteli olduğunu iddia etmiyoruz. Gerek senaryosuyla, gerek çekim teknikleriyle, gerekse görüntü kaliteleriyle bu filmler dönemin en iyi filmleridir. Peki, bugün ellerindeki tüm çekim imkanları, güçlü kalemleriyle, teknik donanımlarıyla bu insanlar nasıl böylesine kalitesiz yapımlar ortaya çıkarmayı becerebilmektedirler?

Hani, ünlü tiyatrocu, kendi eserini sahneye koyan, fakat rezil bir iş ortaya çıkaran ekibin yanına gitmiş.... Ekibin başı, "Efendim, bu oyunu hep birlikte biz bu hale koyduk?" deyince, ünlü tiyatrocu, taşı gediğine koymuş: "Zaten bu rezilliği tek kişi beceremezdi?" demiş.

Tarihimizle, kültürümüzle, tarihe damga vuran unsurlarımızla aslında yedinci sanat sinemaya bir çok malzeme üreten bir altyapımız mevcut. Ama, bizim sinemacılarımız, yönetmenlerimiz, senaristlerimiz müthiş bir kısırlık içinde debelenip duruyorlar.

Anlayabilene aşk olsun!