Başbakan Erdoğan'ın başlattığı açılım politikaları, özellikle dışarıda büyük yankı uyandırıyor: Türkiye, tarihin yapılmasında kilit rol oynamamızı mümkün kılan medeniyet iddialarımızı ve kodlarımızı fark etmeye, keşfetmeye ve birer birer hayata geçirmeye başladığı andan itibaren, şimdiye kadar benimsediği teslimiyetçi, içe kapanan konumlanışı nedeniyle art arda zuhur ettirilen yapay ama bir süre sonra gerçek boyutlar kazanan icat edilmiş sorunlarla boğuşmasının bize tahmin bile edemeyeceğimiz ölçeklerde enerji, zaman ve özgüven kaybettirdiğini gördü ve savaşlarla, çatışmalarla, kaoslarla geçen karanlık bir yüzyıldan sonra yeniden kurulmakta olan bir dünyada kendisini yeniden özneleştirecek, yeniden tarihe çıkaracak, yeniden tarihin yapılmasında belirleyici bölgesel ve küresel roller oynayacak açılım projeleri başlattı.
Başbakan Erdoğan'a ve bu açılım stratejilerinin ve politikalarının belirlenmesinde kilit rol oynayan bakanlarımıza mevcut açılım girişimlerinin kısa devre yapmaması için artık daha fazla ihmal edilmemesi gereken asıl açılım ekseninin hayata geçirilmesinin hayatî önem arzettiğini hatırlatmak istiyorum: "Kültürel" açılım ekseni bu.
Ekonomik, kültürel ve siyasî sınırların anlamsızlaştığı ve ortadan kalktığı bir zaman diliminde, Kuzey Amerika, Avrupa ve Uzak Asya havzalarında müşterek ekonomik, kültürel, stratejik, askerî işbirliği projeleri geliştirildi, yaklaşık çeyrek asırsan bu yana. Sadece bizim medeniyet coğrafyamızda bu tür bölgesel ve küresel işbirliği projeleri gerçekleştirilemedi.
Bunun elbette çeşitli nedenleri vardı: Öncelikli olarak hâkim Batı uygarlığı, -özellikle de İngilizlerin marifetiyle- bizim medeniyet coğrafyamızı sömürgeleştirmiş, sömürgecilik sonrası dönemde bölgemizde -cetvellerle- yapay devletler -kabile devletleri- icat etmiş ve bu coğrafyanın bir daha müştereken ayağa kalkmaması için bu yapay devletlere uzaktan kumanda ettikleri uydu rejimler / aktörler dikmiş, bu uydu devletleri, sömürgecilik döneminin uzantısı seküler ve totaliter rejimlerin ve elitlerin insafına terk ederek, küre üzerindeki hâkimiyetini bizim medeniyet coğrafyamızın insan ve tabiat kaynaklarını ve zenginliklerini kontrol ederek sürdürebileceği bir düzen/ek kurmuştu.
Şu an bu düzen/ek çatırdamaya başladı; önümüzdeki 20-25 yıl içinde büsbütün altüst olacak. Amerikalılar ve İngilizler bu gerçeği gördükleri için Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'dan oluşan Osmanlı coğrafyasını yeni yöntemlerle ve -adına ayartıcı ve yanıltıcı bir şekilde "istikrarı sağlamak" dedikleri- uydurma bir stratejiyle yeniden dizayn etmek ve kontrollerinden çıkarmamak için derinlemesine yerleşmeye başladılar bölgemize.
Türkiye, önce Refahyol hükümetiyle, ardından AK Parti hükümetleriyle birlikte bu küresel yeni-sömürgecilik girişimlerini püskürtecek, bölgenin makus talihini yenecek açılımları adım adım hayata geçirmeye başladı.
İşte bu açılımların derinlemesine kök salabilmesi ve kalıcılaşabilmesi için bundan sonra asla vakit geçirilmeden hayata geçirilmesi gereken eksen, "kültürel" eksendir: Burada asıl hayatî nokta şu: "Kültürel" eksen, stratejik, siyasî ve ekonomik eksenlerin hayat bulabilmesini, kök salabilmesini teminat altına alabilecek yegâne eksendir.
Çünkü bu açılım girişimlerinin harcı, temeli ve ruhu kültürel eksendir. Eğer gerçekleştirilen bu açılım girişimleri, kültürel eksenle desteklenmezse, kesinlikle kalıcı ve köksalıcı sonuçlar doğuramaz. Kaldı ki, müşterek medeniyet coğrafyasından sözediyoruz: Bin küsur yıldan fazla bir süredir aynı medeniyet coğrafyasını, aynı medeniyet iddialarını ve rüyalarını paylaşmış bir coğrafyanın, yeniden müşterek siyasî, stratejik, ekonomik, kültürel ve entelektüel hedefler çerçevesinde hareket etmemesi için hiçbir neden yoktur ve o yüzden bütün yapay duvarlar birer birer yıkılmak üzeredir.
İşte Türkiye, kendi medeniyet coğrafyasının kodlarını, dinamiklerini ve kaynaklarını yeniden hayata ve harekete geçirmeye başladığı andan itibaren Doğu'da Hindistan'dan Çin'e ve Japonya'ya, Malezya ve Endonezya'ya, Kuzey'de Rusya'ya, güneyde Afrika'nın içlerine ve Latin Amerika'ya, Batı'da da Avrupa'dan Amerika'ya kadar eksen genişletme girişimlerinden Davutoğlu'nun deyişiyle "çarpan etkisi" yapacak sonuçlar alabilir.
Cuma günkü yazıda "kültürel" eksenin en etkili ayağını oluşturan sinema ve televizyon endüstrisinin -bu hafta İTO'da yapılan önemli bir sinema sempozyumunda dile getirilen fikirler ve önerileri de tartışarak- nasıl yaratıcı şekillerde hayata ve harekete geçirilebileceğini göstermeye çalışacağım.