Kulağı kesik gazeteciler

xxxx111

Ben buna 'kıyak gazetecilik' diyorum. Herhangi bir çaba göstermen, haber peşinde koşman, hatta okuma zahmetine katlanman gerekmiyor; kendini konuşlandırdığın 'muhalif' köşeden atıp tutman yeterli. Türkçenin düzgün olması, lezzetli ve keyifli bir okumanın kapılarını aralaman bile gerekmiyor. Bütün gereken, elinde bir sütunun bulunması...

Medyada kimlerin bu kategoriye girdiğini hemen herkes biliyor, en çok da o tipleri kullananlar... Öyleleri olur-olmaz şeyleri 'kıyak gazetecilik' alanında kaşarlanmışlar yanında dile getiriyorlar; bir gün sonra iddiaları 'kıyak gazeteci'nin sütununda...

Eskiden haberleri ilk okuyan meslek büyükleri konunun ciddiliğine göre dayanak isterlerdi muhabirlerden; 'yazar' sıfatını kazanmış olanlar ise o gerekliliğe kendiliğinden uyarlardı. Rezil olmamak için... Şimdilerde bu tür 'kıyak gazetecilik' yapılan yerlerde “Sen yaz, yanlışsa ilgilisi düzeltsin” aklı veriliyor olmalı...

Düzeltme gelene ve yayınlanana kadar ilk verilen yanlış haber hem güney hem de kuzey kutbuna kadar ulaşmış oluyor doğal olarak... Doğru olmayan bir haberi veya yazıyı düzeltirken küçücük bir özür dileseler bari; onu bile mağdur ettikleri kişilerden esirgiyorlar...

Bunların en önde gelenlerinden biri “Sık sık yazıyorum: Gazetecinin asıl işi soru sormaktır” diye böbürleniyor. Benim bildiğim, gazetecinin asıl işi sorulara cevap bulmaktır. Elbette sorarak cevap bulur gazeteci, ancak sormadan önce bir araştırma yapmayı da ihmal etmez. “Ben sorayım da” veya “Benim işim soru sormak” diyene ancak 'kıyak gazeteci' denilir.

Bu defa soru yönelttiği kişi devletin protokolde '2' numaralı aracına binen Meclis Başkanı. “Uzun süredir kulaktan kulağa dolaşan ama asla açık açık konuşulmayan bir konu hakkında, doğrudan muhatabına bazı sorular sormak istiyorum” diye girmiş konuya 'kıyak gazeteci'. (Dil özeni diye bir dertleri olmadığını en başta kayda geçirmiştim 'kıyak gazeteci' kategorisine girenlerin.)

Cevabı kolay soruların... Milli Saraylar bünyesindeki saray ve kasırlarda davet, tören, düğün, nişan gibi etkinliklere müsaade edilip edilmediğini, tahsisin yakınlara bedava yapılıp yapılmadığını merak ediyor beyimiz. Ihlamur Kasrı'nın 30'a yakın düğüne hiç ücret alınmadan tahsis edildiğini duymuş da; “Niçin?” diye soruyor.

Konuyla ilgili uzun mu uzun değinisi şu meydan okumayla bitiyor: “Sorular bu kadar... / Yorum, Meclis Başkanlığı'ndan gelecek yanıttan sonra!”

Eğer içinizde “Bakalım 'kıyak gazeteci' ne yorum yapacak?” merakında olanınız varsa boşuna bekler. Hayır, TBMM Başkanlığı kendisini ciddiye almadığı için değil, tam tersine sadece Ihlamur Kasrı'yla yetinmemiş Başkanlık, kendisine bağlı ne kadar saray ve kasır varsa hepsinin hesabını tek tek vermiş: Hiçbirinde bedava düğün-dernek yapılmamış; Meclis Başkanı'nın herhangi bir yakını bedava düğün-nişan için başvurmamış...

Ihlamur Kasrı'ydı merakı ya, cevabın o bölümünü vereyim de 'kıyak gazetecilik' neymiş daha iyi anlayın: “Ihlamur Kasrı'nda anılan tarihlerde tamamı ücretli, 9 adet nikah ve kokteyl düzenlenmiş ve toplam 32 bin 500 YTL gelir elde edilmiştir. Bunun dışında ücretsiz nikah ve kokteyl yapılmamıştır.”

Üç gün önce gazetesinde atıp tutan 'kıyak gazeteci' okurlarının beklediği 'yorum' yerine şu satırları yazmış: “Böylece bazı özel yakınlıklar istismar edilerek, ulusal miraslarımızın ücretsiz kullandırıldığı iddiaları da boşa çıkmış oluyor. / Umarım bu ciddiyetten taviz verilmez.”

Sevsinler... Oh ne kıyak, ne kıyak gazetecilik bu...

Aynı 'kıyak gazeteci', dün de, “Cumhurbaşkanı yalan mı söyledi?” başlıklı bir yazı ile çıktı okur karşısına. Kızını evlendirirken gelen hediyelerin yarısını şehit ailelerine vereceğini açıklamıştı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sözünü yerine getirdiği de biliniyor. Bir CHP milletvekili “Verilmediği söyleniyor” iddiasıyla Başbakan'a soru yöneltmiş; 'kıyak gazeteci' için bulunmaz bir fırsat bu. Onun görevi 'soru sormak' ya, bu defa da sorusu şu: “Cumhurbaşkanı yalan mı söyledi?”

Görüyorsunuz, gazetecilik artık ne kadar kolay...

Bu tipler İsmet İnönü'lü 'Tek Parti' dönemine özlem duyarlar. İsmet Paşa o dönemde bunlar gibilere nasıl muamele ederdi biliyor musunuz? Bu sorunun cevabı meslek büyüklerinden Yılmaz Çetiner'in 'Nefes Nefese Bir Ömür' adlı anılarında (s. 505) var.

Merhum Yılmaz Çetiner bir defasında, “Misak-ı Milli sınırları içindeki Kerkük ve Musul'u neden bıraktık?” diye soracak olmuş, İsmet Paşa'nın eli derhal kulağına uzanmış... Bayağı acıtacak biçimde hem de... Çetiner, “Örsan Öymen ve Mete Akyol'un da kulaklarını çekerdi Paşa” diye yazıyor...

Sevgisindendir canım...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.