Krizin sebepleri

xxx52

Bütün dünyayı sarsan ekonomik krizin sebepleri, sonuçları ve çaresi bugünlerde gündemin baş köşesini işgal ediyor. Yazılanları ve konuşulanları takip ettiğimizde şunu görüyoruz: Krizin felsefi, manevi ve ahlaki sebepleri üzerinde durulmuyor, sistem temelden sorgulanmıyor, finans sektörü ile reel sektörün problemlerinin nasıl çözüleceği konuşuluyor, adil olmayan geçici çözümler ile yetiniliyor, faturalar halkın, vergi mükelleflerinin omuzlarına yükleniyor…

Ben birkaç yazıda meseleye başka açılardan bakmaya çalışacağım.

Bugünkü yazıda, Batılı bazı düşünürlerin Batı dünya görüşünün hangi krizlere gebe olduğu konusundaki bazı ifadelerini nakledeceğim.

“Uzun zamandır sömürülmüş müslümanların, eski işgalci tarafından zorla kabûl ettirilen yaşama biçimlerinden ve yasalardan kurtulma arzusu elbette haklıdır. Çünkü bu yasamalardan ortaya çıkan dünya ve insan anlayışı, yalnızca Kur'ân'da ifadesini bulan anlayışa kökten karşı olmakla kalmaz, aynı zamanda Batının kendisini de ahlâkî iflâsa sürükler. Öncelikle bu Batılı yasamalar, Allah'a ve böylece bütün mutlak değere başvuruyu, ilke olarak tümüyle dışlarlar; öyle ki, insan hakları bildirgeleri, insanın ödevlerinin bir tekrarı ile bir arada bulunmazlar. Sonra bireylerden hareket ederler ve onlar arasında bir toplum sözleşmesi; zenginlik ve güç eşitsizliğinin egemen olduğu bütün topluma bir aldatmaca sözleşme yerleştirilir. Şu bir gerçektir ki, ateizm ve bireyselcilik, İslâm'ın aşkınlık ve birliktelik temel değerlerinin de karşıtıdırlar. Bu yasalar.... bozulmamış, tam insana yabancı yasalar... Çünkü Allah'ı ve O'nun mutlak değerlerini hesaba katmayan bir toplum ve kendini bütün insanlardan sorumlu olarak değerlendirmeyen bir birey insan-altı bir türe aittirler.” (Garaudy, 20. Yüzyıl Biyografisi, s. 254.)

“Lâik hümanizmin ilk günahı insanı Tanrı'dan ayırması, dîne ve Tanrı buyruklarına karşı aklın, isteklerin ve içgüdülerin özgürlüğünü övmesiydi. ...Lâik hümanizm ikili bir görünüme sahiptir: toplumsal plânda, devlet gücünü arttırmaktan başka bir amacı olmayan adlî ve bürokratik zorluklarla boğduğu bireyin girişim özgürlüğünü kısıtlıyor. Etik planda ise düzensizlik ve ahlâksızlıkla gittikçe değerini yitiren bir özgürlüğün avukatlığını yapıyor.” (Gilles Kepel, Tanrının İntikâmı, Çev. S. Kırmız, s. 164. Krş; Garaudy, age., s. 139.)

“Sanat için sanat; yani insanî ya da ilâhî mesajı olmayan ve tüm modalara olduğu gibi tüm ticarîleştirmelere katılan bir sanat.” (Garaudy, age., s. 270.)

“1980'lerin çoğulcu ve ahlâken karmakarışık dünyası belki de eski, standart modernist fikirlerle çözülemiyecek büyük problemlere sahiptir. Lâik ve rasyonel çözümlerin Avrupa ve ABD'de bile iş görüp görmediği hiçbir sûrette kesin değildir. Şimdi ve gelecek, İslâm için hem fırsatlar, hem de meydan okumalar sunmaktadır.” (5. J.O. Voll, İslâm, Çev. Aydın, Şişman, Demirhan, s. 16.)

“Batı tipi kültür (Hıristiyanların tek tek gayretlerine rağmen, bilimleri yönlendiremez ve sosyal adâleti kuramaz olmuş Hıristiyan kiliselerinin köhneleşmesi yüzünden) bütün itibarıyla bilimlerde pozitivist, edebiyat ve sanatlarda da nihilisttir. Her iki haliyle de bu kültür, insanın hayatının ve tarihinin anlamını bulmasına yardım edemez. O yüzden de Batı kültürü, kaçışları ve şiddetleriyle bireyciliğe ve milletler arasında 'terör dengeleri” kurulmasına sebep olmaktadır.... Batı tipi iletişim (mass-media) Batıda ve Batıyı taklit eden ülkelerde ticarî kazanç kaygılarının baskısı ve egemenliği altındadır. Batı tipi iletişim demek şiddet, aşksız cinsellik yahut da katı ırkçılık ve partizanlık temalarının istismarı demektir.” (Garaudy, İslâm ve İnsanlığın Geleceği, Çev. C. Aydın, s. 151.)