Kişi başına düşen geliri 30 bin doları geçmiş, çalışanını da işsizini de en geniş biçimde kapsayan sosyal güvenlik sistemine sahip, sağlık, eğitim, adalet ve güvenlik alanlarında dünya düzeyinin üzerindeki yerde, ödemeler dengesi fazla veren bir ülke olsaydık, içinde bulunduğumuz siyasal karmaşa aslında eğlendirebilirdi bizi.
Sürekli "Pire için yorgan yakan" değil de gerçekten "Tuzu kuru" bir toplum konumunda bulunsaydık, kendimizle alay edebilirdik.
Mesela derdik ki:
- Bizim milli siyasetimizde de, milli futbolumuzda da aynı model üzerinde oyun kurulur. Önce perişan oluruz, krizler, yenilgiler yaşarız. Ama sonra toparlanır, oyun bitmeden sayılar kaydeder ve maçı galip bitiririz. Oyuna sondan başlamayı, yolun başında sorunları çözmeyi pek denemeyiz. Her çeşit darbeyi yemeden demokrasiyi bir türlü koruyamadığımız gibi, maçların başında golleri yemeden nihai galibiyete de erişemedik bir türlü.
Belki atalarımızın Çin Seddi'ne dayalı topraklardan Anadolu'ya göç etmelerinin sonucudur bu durumumuz... O coğrafyadan ve Çin kültüründen taşıdığımız bilgileri belki Anadolu'da yaşatıyoruz.
Krizkolik olduk
Çin dilinde "Kriz" ile "Fırsat" eş anlamlıymışlar ya.
Baktım dün Oral Çalışlar, yeni gazetesi Radikal'de böyle bir kültürün penceresinden bakmıştı yaşadıklarımıza. Konuya "Bozulmazsa düzelmez" diye girmiş ve şöyle bağlamıştı meseleyi:
- Bu büyük badirenin içinden ancak demokrasiyle çıkabiliriz. Daha çok demokrasi, daha çok sivilleşme dışında bir yol görünmüyor. Asker, yargı ve siyasetin bu kadar eşit koşullarda tartışılır hale gelmesi bir başka yönden baktığımızda bir sağlık işareti sayılabilir. Her gücün kamuoyu önünde eleştirilmesine, hesap verir hale gelmesine doğru bir eğilim gelişiyor. Bunun sağlıklı bir durum olduğu söylenebilir. Çözümsüzlük bu nedenle çözüm üretecektir. Eninde sonunda.
Eski bir Ortadoğu hikâyesini hatırlatıyor bu durumumuz.
Bağdat'tan Basra'ya giden kervanları 40 Haramiler sürekli soymaktaymış. Böyle bir kervan yola çıkarken iri yarı, pala bıyıklı, tepeden tırnağa silahlı bir babayiğit, tek başına kervanın güvenliğini üstlenmiş.
Kervan yarı yola gelince 40 Haramiler yine baskın yapmışlar.
Kervanı tek başına korumayı üstlenen babayiğidi ağaca bağlamışlar. Sonra sıraya girip birer birer adama tecavüz etmeye başlamışlar. Tam 39'uncu harami işini bitirip, sırasını 40'ıncı haramiye devredecekken, babayiğit silkinip iplerini kopartmış. Palasını kapıp, haramilerin 40'ını da öldürmüş.
Kervan Basra'ya varınca kervanın sahibi tüccar, güvenliği üstlenen adama iyi bir para ödülü vermiş ve arkasından "kovuldun" demiş. Adam şaşkın, "görevimi başarmadım mı ki" diye sorunca, şu cevabı vermiş tüccar:
- Her seferinde seni öfkelendirecek 39 tane haramiyi bulamazsak ne olacak?
Gülmek de bir çözümdür
Yazının başında söylediğim gibi tuzu kuru bir toplum olsak, halimize bakıp katıla katıla gülebiliriz.
Hatta "Cumhuriyeti kurmak için ille de koca bir imparatorluğu çökertip parçalamak mı şarttı" benzeri çeşitlemelerle bile tarihe girebiliriz.
Neyse... Biz sonuca bakalım.
Demokrat Parti kapatılmasaydı Adalet Partisi açılabilir miydi?
Adnan Menderes yok edilmeseydi Süleyman Demirel var olabilir miydi?
Türk siyasetini bu çizgide yorumladığınız zaman her kriz bir fırsat, her çözümsüzlük bir çözüm değil midir?
Bütün mesele modern çağda zamanın hızlanmasından kaynaklanıyor.
Gelişmiş dünya başını almış yeni çağlara doğru giderken, siz 21'inci yüzyılda da "Aman yeni bir kriz çıksa da yeni çözümler üretsek" diye zamanın üzerinde patinaj yapıyorsunuz.
Bilgisayar ile internetin birlikteliği tıpta, fizikte, kimyada devrimler yaratırken, siz "yeni e-muhtıralar var mı" diye bakıyorsunuz ekrana.