Dünyanın en zengin 8 ülkesinin başkanları gectigimiz gunlerde İtalya’nın depremzede şehri L’Aquila’da toplandı. Zirvenin yerinin son anda ev sahibi tarafından sahil şehri La Maddalena’dan dağlık L’Aquila’ya alınmasının sebebi olarak, küresel ısınma sonucu yaşanan aşırı yaz sıcakları değil, şehrin sakinleriyle dayanışma isteği olarak açıklandı.
Zirve liderleri de zaten, zirvenin mahallinin değiştirilme nedenine sadık kaldılar. Apennine dağlarının eteklerinde eşleriyle serin dağ havası almaktan ve depremde tarihi binalarını ve 300’e yakın sakınını kaybeden L’aquila’nin merkezini ziyaret etmekten başka pek bir şey yapmadılar. Halbuki, G-8 zirvesinin en önemli iki gündem maddesi “küresel kriz” ve “küresel ısınma” idi. Dünya liderleri, ilk sorun için, “Dimyat’a prince giderken evdeki bulgurdan olmamak” Türk deyişini, ikinci sorun için de “gökyüzü çok yüksek ve imparator çok uzakta” Çin deyişini benimsediler.
Yayınlanan taslakta liderler küresel ekonomik kriz için alınan tarihi önlemlerin sonuç vermeye başladığını ve ekonomilerinde bir takım düzelme işaretlerinin gözlemlendiğini not ettiler. O yüzden, şimdilik yeni bir kurtarma paketine gerek olmadığını vurguladılar (ABD Başkanı Obama ve İngiltere Başbakanı Gordon Brown her ihtimale karşın bu konuda kapıyı yine de açık bıraktılar).
Öte yandan, küresel krizde bazı yavaşlama işaretlerinin görülmesi bazı liderleri küresel enflasyon korkusuna itti. Zira, küresel krizden erken çıkışı garantilemek için faizler bir çok ülkede bir müddettir neredeyse sıfıra düşürülmüş, piyasalar paraya boğulmuştu. Küresel krizden çıkış için şimdiye kadar dünyada açılan kurtarma paketleri sadece 5 trilyon doları bulmaktadır. Almanya Başbakanı Angela Merkel, küresel kriz için yeterinden fazla önlem alındığını, hatta artık aşırı serbest para ve maliye politikalarından geri dönülmesi ve yavaş yavaş “çıkış stratejilerinin” belirlenmesi gerektiğini savunmuştur.
Küresel ısınma konusuna gelince ne G-8 ülkeleri, ne de toplantıya davet edilen 17 üyelik “Büyük Ekonomiler Forumu (MEF)” ülkeleri ciddi bir karar alabildiler. Sadece, bir birlerine küresel sıcaklığın 2°C’den fazla artmasına izin vermiyecekleri sözünü verdiler. Bu amaçla, G-8 ülkeleri 2050 yılına kadar zararlı gaz salımını %80 azaltacaklarını taahhüt ettiler, ancak ne kendileri için bir başlangıç tarihi tespit edebildiler, ne de fakir ülkelerden %50 kesinti sözü alabildiler.
Çin ve Hindistan ayak direme ve bu konuda batıdan daha fazla tavizler koparma stratejisini seçtiler. İki ülke de, zengin ülkelerden gelişmelerini daha tamamlamamış fakir ülkelerin iklim politikalarını destek için yüklü maddi destek beklemektedir. Zengin ülkelerin daha önceki kendi %50 hedeflerini %80’e çıkarmaları bile, Çindistan’ın tutumunu değiştirmedi. İki ülke de, 2012’de sona erecek BM Kyoto Protokolünü yenilemek için Aralıkta Kopenhag’da bir araya gelecek 181 ülke içinde kendilerine daha az yük düşeceğini düşünmüşler ve şimdiden bir taahhüde girmek istememişlerdir. Çin Devlet Başkanı Hu Jintao için Sincan’da çıkan olaylar masadan kaçış için bir yerde can simidi oldu ve toplantıyı zaten erkenden terk etti.
Bilim adamları arasındaki yaygın kanıya göre “insan eli kıyameti” önlemek için, atmosfere salınan sera gazlarının miktarının en geç 2015-2020’ye kadar tepe yapması gerekmektedir. Hatta, BM’nin iklim sorunları üzerine kurduğu bilim heyetinin başkanı Rajendra Pachauri, sayet 2012’ye kadar hiç bir şey yapmassak, büyük tehlikelerin kapıda olduğunu ileri sürmektedir. Hal böyle iken, G-8 ve MEF ülkelerinin devlet başkanları 2020 için hiç bir ara hedef belirlememiştir. Amerika ve Avusturalya 1997 Kyoto Protokolünün 2012’ye kadar mütevazi %5 sera gazı kesintisini bile kabul etmemişlerdir.
Çevre uzmanı Fiona Harvey’e göre, uluslararası çevrecilik antlaşmalarında, politikacılar genellikle bencil davranmakta ve kısa dönemli düşünmektedir. Bilimsel bir gerçek kendilerine sunulduğunda, ya bu konuda düşünmeleri gerektiğini ve başka bir toplantıda kesin görüşlerini bildireceklerini söylemektedirler. Ya da, kaçış olmadığını sezince, hedefleri çok ileri bir tarihe kabul etmektedirler. Bu tarih de genellikle, kendi görev sürelerinin çok ötesinde bir tarih olmaktadır. Şimdiki G-8 toplantısının 2020 ara kesinti hedefini atlayıp, ta 2050 yılına hedef koyması gibi. Aynı şekilde, küresel ısınma ile ilgili detayların Eylül ayında Petersburg’da toplanacak G-20 toplantısına atılması gibi. Bu taktikler, amiyane tabirle “benden sonra tufan”, “beni atlasın, nerede patlarsa patlasın” ucuz taktikleridir.
Bir diğer ucuz taktik de, birbirini suçlama taktiğidir. Bu, kimin daha çok fedakarlık yapması gerektiği pazarlığıdir. ABD’nin Kyoto Protolünü kabul etmemesinin zahiri nedeni, gelişmekte olan ülkelerin hiç bir kesinitiye mecbur edilmemesidir. Dolayısıyla, ABD protokolü adil bulmamaktadır. Gelişmekte olan ülkeler de, zengin ülkelerin kimseye ders vermeye hakları olmadığını, 200 yıldır dünyayı kirleterek bu hale onların getirdiğini iddia etmektedirler. Bu bir anlamda, “onlar kirlettiler, onlar temizlesinler” demektir.
Kendilerinin hala sanayileşmekte olduklarını ve bu noktada büyüme hedeflerinden vazgeçmeyeceklerini dile getirmektedirler. Hatta Mısır’li bir bakan, “zengin ülkeler tüm aparatları, tüm mezeleri, tüm yemekleri, tüm tatlıları yemişler, sonra biz fakir ülkeleri bir kahve içmeye davet ediyorlar, ondan sonra da hesabı yarı yarıya bölüşelim diyorlar; böyle bir şey olmaz!” diye yakınıyor. Bu da, “şimdiye kadar siz kirlettiniz, şimdi de biz kirleteceğiz” demektir. Aslında, dünyada herkesin herkesi görebildiği bir ortamda ekonomik büyüme pazarlık konusu bile değildir. Dünyada herkes bir Amerika’li gibi yaşamak istemektedir. Politikacılar da bu hayali pazarlayarak seçilmektedir. Bu yüzden, Hindistan’in bilgi işlem devi Infosys’in müdürü Nandam Nilekanı söyle diyor: “Kimse büyüme motorunu durdurmaya cesaret edemez. Bu bir politik intihardır ve bir politikacı neden intihar etmek istesin ki? Dolayısıyle, kimse bireysel olarak intihar etmek istemediğinden, hep beraber topluca intihar edeceğiz!”
Amerikan rüyası bir araba, bir ev, bir klima, bir cep telefonu, bir mikrodalga, bir tost makinası, bir bilgisayar ve bir iPod sahibi olmaktır. Bir Amerika’lının tüketimi 32 Kenya’lının tüketimine bedeldir. Üçüncü Nesil Çevrecilik adlı vakfın başkanı Tom Burk’e göre, “daha düne kadar, dünyada sadece iki Amerika vardı: Kuzey Amerika ve Avrupa. Şimdi Çin ve Hindistan birer Amerika doğurdu ve 2030’a kadar ikincisine hamileler. Aynı şekilde, dünyanın bir çok bölgesinde yeni Amerikalar yoldadır. 2030 yılına kadar dünyada 2 Amerika’dan toplam 9 Amerika’ya çıkacağız.”
İhtiyar dünyamızın bu kadar Amerika’yı taşıyacak gücü yoktur. İkisini doğururken, ortalama ateşi sadece 0.8 °C arttı. Hafif bir ateşlenmede, dünyanın bir çok yerinde kasırgalar, su yükselmeleri, seller, kıtlıklar, ozon delinmesi, hava kirliliği, asit yağmurları, bir çok canlının yok olması, ikiye üçe katlanan hammadde ve gıda fiyatları, salgın hastalıklar gibi neler olabileceğini hep beraber taze gördük.
Bu dünyadan başka evimiz yok. Bu hızla gidersek, bu asrın sonunda ortalama küresel ısının 6°C artması bekleniyor. O yüzden ısıyı 2°C’den fazla artırmayalım deniyor. Küresel ekonomik kriz tarihin en büyük krizi 1929 Büyük Buhranına benzetilmektedir. Halbuki, İngiliz Hazine Bakanlığına özel bir rapor hazırlayan bilim adamı Lord Nicholas Stern’e göre, bu maliyet devede kulaktır; küresel ısınma konusunda eğer önlem alınmassa, insanlık olarak Büyük Buhran ve iki dünya savaşının toplam maliyetinden daha büyük bir bedel ödeyeceğiz.
Al Gore ve Ban Ki Moon’un dediği gibi, acil bir şekilde, hayat tarzımızı gözden geçirmeli, kömür, petrol, doğal gaz gibi “cehennem yakıtları” yerine, rüzgar, su, dalga, jeotermal, güneş enerjisi gibi “cennet yakıtlarına” dayalı yeşil yeşil büyüme yolları aramalıyız.
Biyolog Dr. Wilson’a göre, “arılar ve karıncalar bireysel olarak çok zeki değillerdir, ama toplu olarak çok zeki işler yapmaktadır. İnsanlar ise, tam tersidir”. Nitekim, içinden geçtiğimiz küresel ekonomik kriz konusunda insan hayalinin düşünebildiği bütün önlemleri alan dünyamız, küresel ısınma konusunda çok yavaş davranmaktadır.
Biz, aslında kurbağa gibiyiz. Kaynar suya atılınca hemen zıplayıp kurtuluyoruz (ekonomik krizden çıkıyor olduğumuz gibi). Ama ılık bir suya atılıp yavaş yavaş ısıtılınca sessizce ölüyoruz (küresel ısınma hakkında rahat olduğumuz gibi).
Çevre danışmanı Rob Watson’un dediği gibi, “80 katlı binadan aşağı atlarsan, 79 kat boyunca gerçekten uçuyorsun gibi gelebilir. Halbuki, insanı bitiren en sonundaki ani çarpmadır”. Sahibi, “insanoğlu acelecidir”, atası “acele giden, ecele gider” diyor.
Herkes bir Amerikan rüyasına dalmış, yarınını yiyor, sessiz sessiz ısınıyor, zevkli zevkli uçuyor. Yaratan, aceleyle uçuruma giden sevgili kulunun arabasının tekerini patlatmış, o hala isyanlarda.
Ne acelen var be acul adam, Nuh’un gemisine mi yetişeceksin?
Prof. Dr. İhsan Işık, Rowan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve ATCOM Başkanı