Para hemen her dönemde ihtiyaç olmuş bir değer ve değişim aracıdır. İlk zamanlarda kendiliğinden ortaya çıkmışsa da zaman içerisinde devletler kontrolü ele almış ve doğrudan kendi inisiyatiflerine katmıştır. İlk başlarda başka araçlar kullanılmış olsa da geçmişte değer ölçüsü esasen altın ve gümüş idi. Banknot paraların çıkmasıyla birlikte altınla temsil edilmek üzere her ülke kendi parasını kullandı. Ancak II. Dünya Savaşından sonra paralar önemli ölçüde dolara endekslendi. Dolar için de karşılığında altın bulundurma zorunluluğu vardı. Bu yüzden o dönemde Amerika ülkeye çok fazla altın girişini sağlamıştı. Ancak bu sistem 1970’li yılların başında terkedildi. Bugün Amerika, karşılığında altın bulundurma gereği hissetmeden dolar basabilmektedir. Bu da Amerika’ya sırf basım maliyetine getiri sağlamaktadır.
Gerek bu sisteme katılmayan Doğu Bloku ülkeleri, gerekse de az da olsa çeşitli alternatif rezerv paraların varlığı ve 2002’yılında Euro’nun kullanılmaya başlanması zaman içerisinde doların tek alternatifler olmadığı izlenimi oluşturdu. Özellikle 1990’lı yıllarda Doğu Blokunun çöküşüyle birlikte doların etkinlik alanı genişlese de; Avrupa Birliği üzerindeki Sovyet tehdidinin kalkması, Birliğin Doğuya doğru genişlemesi gibi yeni gelişmeler Euro’ya güç katarken, Rusya’nın tekrar toparlanması ve Türkiye, İran gibi kimi bölgesel güçler ve Çin’in önlenemeyen ekonomik ve askeri yükselişi karşısında dolar kendisine uzun vadeli alternatif de aramış olabilir.
Amerika’nın altın karşılığı olmadan dolar basabilmesi ve hala en büyük rezerv para olması nedeniyle, dünya ekonomisi üzerindeki baskın etkisi devam etmektedir. Nasıl ki bir ülkede karşılıksız para basılması ekonomik istikrarsızlığa yol açıyorsa; doların karşılıksız basılması da dünya ekonomisi üzerinde uzun vadede istikrarsızlık oluşturmaktadır.
Doğu Blokunun çökmesiyle neredeyse bütün piyasalar Amerika’nın öncülük ettiği kapitalizmin güdümüne girmişti. Ancak durumdan rahatsız olan ve ‘satın alma paritesine’ göre ekonomik olarak bugün Amerika’yı da geçen Çin, Şangay İşbirliği Örgütü, İpek demiryolu ticareti, Dünya Ticaret Örgütüne girmesinin engellenememesi gibi ekonomik ve savunma alanında attığı devasa adımlarla Amerika ile bilek güreşine girdi. Etraftaki ülkeleri de sisteme çekip Amerika’yı sıkıştırmayı da başarmıştır. Doların tek hakimiyeti zaman içerisinde az da olsa aşılmıştır. Kripto paranın bu bakımdan da değerlendirilmesi gereklidir. Kimin başlattığı belli olmamakla birlikte bütün ülkelerin kripto parayı ciddiyetle takip ettiği ve konuya el attığı, dolayısıyla ileride revaç kazanma potansiyeli güçlü olan bu alanı boş bırakmama konusunu dikkatle takip ettikleri görülmektedir.
Günümüzde kripto paralar hızla yükselse de dünyanın ürettiği gayri safi hasıla bakımından halen zayıf bir noktadadır. Henüz devletler çok güçlü destek vermiş değildir. Oyun kurucu olmayan devletler genel gidişata göre politika belirlemeye endekslenmiştir. Dijital yani devletlerin tanıdığı paralardan daha çok kripto paraların varlığı fon sahiplerini nisbi olarak çekinceli davranmaya itmektedir. Ancak bu devasa şirketlerin kendi oluşturduğu bir güven de yok değildir.
Bu sistemin ilk örneğinin nerede çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Ortaya atan kimse de sanaldır. Satoshi Nakamoto kod adlı bir kişi 2009 yılında uygulamayı başlatmıştır. Aradan geçen süreye rağmen, eğer böyle birisi varsa, kimliği hala ortaya çıkmamıştır. Satoshi Nakamoto bir suçlu olarak aranmamaktadır. Bu da gerçekte böyle birisi olup olmadığı konusunda tereddütler doğurmaktadır. Buradan çıkarılabilecek bir sonuç da konunun (büyük) devletler tarafından desteklendiği, dahası ‘kurucusu’ oldukları yönündedir. Aynen vergi cennetlerinde olduğu gibi, kimileri karşıymış gibi gözükse de oluşan menfaat ağı alttan alta desteklendiği izlenimi vermektedir.
Dünyayı pek çok zamanda şekillendiren ve ne ve kim olduğu çözülememiş olan dünya düzeninin baronları sosyal medyadaki ‘emoji’ ortak dili gibi ortak bir para birimi geliştirmeyi amaçlamış olabilir. Böylece devletlerin ortaya koyduğu kısıtlardan da kaçınılabilecektir. Ancak dünya her nasıl globalleşme ile yerel ve milli olanı, yani kültür ve medeniyete dair olanı ortadan kaldırmış ya da itibarsızlaştırmışsa burada da büyük fotoğrafın aynı yöne matuf olabileceği gözardı edilmemelidir. Üstelik; bu ‘ortak’ düşüncenin kimi ayaklarında da çok ciddi ilerlemeler sağlanmıştır. Söz gelimi ekonomide kapitalizm, siyasette demokrasi gibi neredeyse ‘tamamlanmış’ olan ayaklara itiraz cesareti gösteren insan sayısı fevkalade azdır. Devletlerin ‘seküler’ olması da öyle… ‘Ortak Dünya Dini’ ayağı da olan ‘Büyük Reset’in Türkiye temsilcisi FETÖ idi malum… E tabi bir de şairin şiirleştirdiği şekliyle Enfal 30 var değil mi; ‘kaderin üstünde bir kader vardır; ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır...’ (devam edecek)