Öncelikle belirtelim ki dijital para ile kripto para bire bir aynı değildir. Nitekim; uzmanlar henüz yeterince yasal statü kazanmamış olan bu aracın onaylanmış ve kullanım şartları yaslarla düzenlenmiş olanına dijital para, kişiler arasındaki güvene dayalı olarak kullanılana da kripto para denmektedir. İlk örneği olması nedeniyle daha çok bitcoin (bitkoin) olarak da bilinmektedir. Ancak bu konudaki kavramsal netleşme henüz sağlanmış değildir. Bir başka deyişle kripto para ile dijital para birbirinin yerine kullanılmaktadır. Günümüzde bu hesap aracının sayısı sekiz bini geçmiş bulunmaktadır. Devlet dışı aktörlerce çıkarılabildiği ve çıkarılması bakımından bir engel bulunmaması nedeniyle sayısı da sürekli artmaktadır. Henüz yasadışı bir faaliyet de değildir. Hatta bazı ülkeler yasal olarak da kabul etmiş olup, borsası bile oluşturulmuştur.
Sistem getirdiği yenilikler bakımından devletlerin ilgisini çekmiş gözükmektedir. Şimdilik bir bütün olarak uygulanmasa da izlemeye alınmıştır. Kimi devletlerde kullanımı teşvik edilirken, kimi devletler de yasak getirmiştir. Mesafeli davranıp vatandaşlarını uyaran devletler de vardır ama genel olarak izlemede kaldıkları söylenebilir.
Sözgelimi en yaygın uygulama alanı bulan Amerika’da eyaletlere göre uygulama sınırları değişmekte, Kanada sınırlı izin vermekte ilen, Japonya, İsviçre, Malta, Singapur gibi ülkelerde yasal mevzuat hazırlanmıştır. Çin yabancı kriptoları yasaklamış, Kore şartlı kabul etmiş, Avrupa Birliği ise gündemine alarak üzerinde çalışmalar yürütmektedir. Rusya kararsız davranmış önce yasaklamış, sonra izin vermiştir. Avrupa Birliği ve Avrupa Bankacılık Otoritesi regülasyon eksiği nedeniyle uyarıcı bilgilendirmeler yapmıştır. Bu konuda en cesur adımları atan ülke aynı zamanda bir Avrupa Birliği ülkesi olan Malta’dır. En büyük kripto para borsası da bu ülkededir. Singapur için de benzer şeyler söylenebilir.
Kripto/dijital hesaplar bugünkü haliyle nisbi olarak yenidir. İlk örneği bitcoin olarak 2008 yılında ortaya atılmış ve Ocak 2009 itibariyle kullanıma açılmıştır. Ancak esasen geçmişi 1980’li yılların başına kadar götürülebilmektedir. Örneğin kredi kartı ödemeleri ve havale-EFT gibi işlemler fiziki ortamlarda yapılmamaktadır ama, her biri banka hesaplarındaki varlıklara dayalıdır. Kripto/dijital para ise yeni bir değer türüdür ve bu yönüyle diğerlerinden ayrılmaktadır.
Kripto/dijital hesaplar her ne kadar yaygın biçimde ‘para’ olarak isimlendirilse de daha çok paranın da bir fonksiyonu olan değer birimi olarak kabul edilir. Bu konuda da ortak bir kabul olmayıp ülkeden ülkeye değişmektedir. Para olarak kabul edilmesi halinde devlete ait olan bu yetkinin devri bakımından da bir yeniliktir. Ancak para basma yetkisinin devletlerde olduğu göz önüne alınırsa devletlerin bilgisi dışında ve onlara rağmen böyle bir şeyin yapılması söz konusu olamaz.
Devlet kontrollerinin koyduğu sınırlamalar bu firmaları kendi değer birimini oluşturmaya yöneltmiştir. Zira bu firmaların ulaşılabilirlikleri devasa boyutlara ulaşmıştır. Dünyanın bu dev şirketlerinin 2008 finansal krizi sonrası Merkez Bankaları ve bu bağlamda devletlere güvenleri azalmış ve bu şirketleri alternatifler aramaya itmiştir. Dünyadaki kimi global firmaların piyasa değeri Türkiye’nin GSYH’sinden dahi büyüktür. Türkiye’nin dünya ekonomileri arasında ilk yirmide olduğu düşünülürse bu şirketlerin ne denli büyük olduğu daha iyi anlaşılır. Böylesine devasa gücü devletlerin göz ardı etmesi söz konusu değildir.
Bu durum bir yandan ticaretin konusu iken, bir yandan da siyasetin konusu içerisine girer. Zira genel olarak baskı grubu olarak isimlendirilen, sivil toplum olarak da bilinen, Amerika’da ise ‘lobi’ adı altında faaliyette bulunan yapılar siyaseti de dizayn etmektedir. Siyaseti ekonomiden bağımsız ele almak da mümkün gözükmemektedir. Bir başka deyişle siyasetteki en önemli belirleyici ekonomidir. Ekonomik refah ya da menfaat sağlamayan bir siyasetin sürekliliği mümkün olmaz. İdeolojik beslenmeler konjonktürel ve olağanüstü zamanlarda etkili olsa da normal dönemlerde siyasetin belirleyicisi ekonomidir.
Siyasetçiler ile paraları yönetenler ve servet sahipleri arsında doğal bir ilişki mevcuttur. Zira siyasetçi seçilme ve iktidarını devam ettirme derdindedir. Servet sahipleri de servetlerini muhafaza ve artırma düşüncesiyle siyasetçilerle iş birliği yapma gereği hissederler. Zira siyasetçiler karar verme konumunda olduklarından alacakları kararlar zenginlerin servetini doğrudan etkileyecektir. Bu yüzden onlarla iş birliğine gitmeyi kendileri için bir zorunluluk olarak görürler. Siyasetçiler ise yeniden seçilebilmek için parasal ve medya desteğine ihtiyaç hissederler. Bu yüzden karşılıklı bağımlılık söz konusudur. Siyasetçinin iş adamına tavır alması ancak yeni ve daha kuvvetli bir destek bulduğunda mümkün olabilmektedir.
Amerika’da müesses nizam olarak bilinen yapılar aynı zamanda ekonomi çevreleridir. Söz gelimi Amerika’da başkanların gıda şirketlerini zora sokacak herhangi bir karar alması mümkün olmaz. Zira bu şirketlere karşı duruş sergileyecek bir kimsenin başkan seçilmesi söz konusu bile olamaz. Eğer konjonktür buna izin vermişse bile görevini yürütmesine izin vermezler. Hiçbir adayın Yahudi Lobisini, ya da İsrail’i karşısına alıp başkan olabilmesi de söz konusu değildir. Her ne kadar geri planda çeşitli kavgalar varsa da başkan son raddede gücünün yetmeyeceğini bilir. Benzer durumlar diğer kimi lobiler için de geçerlidir, iş çevreleri için de… Trump kısmen onlara rağmen gelmişti. İsrail’le çok iyi geçinmesine rağmen, onların kimi taleplerine kulak tıkadı. İnce ve profesyonel bir operasyonla ikinci kez başkan seçtirilmesi bu yüzden önlendi. (devamı var)