Elazığ depremi elbette küçümsenecek bir deprem değil! Elbette canımızı yakan bir deprem! Elbette yüreğimizi acıtan bir deprem!
Ama şükürler olsun ki köylü bir deprem!
Gölcük depremi sırasında da şehirli-köylü deprem ayrımına değinmiştik!
Bu şiddette bir depremin şehirli olduğunu düşünün, ortaya çıkacak vahim tabloyu tasavvur edebiliyor musunuz?
Gölcük depremi şehirli bir depremdi ve açtığı yara çok büyük olmuştu!
Elazığ depremi ise köylü bir deprem olduğu için açtığı yara nispeten daha küçük oldu!
Kırsal alanı kapsayan depremler şehirleri vuran depremlere göre daha az zararlı oluyor!
Bakın Elazığ depreminin ardından hemen hepimizin yüreğini korku basmaya başladı!
Ve akıllara hemen İstanbul geldi!
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş "Depremin ayak seslerini duyuyoruz" demek suretiyle duyulan endişeyi dile getirdi!
Bu şiddette bir depremin İstanbul'u vurmasının ortaya çıkaracağı tabloyu düşünmek bile istemiyoruz!
Zaten böyle bir olasılık dış basında da söz konusu olduğunda İstanbul hemen "Felaketi bekleyen şehir" olarak tanımlanmaya başlıyor!
Deprem konusunda en büyük handikabımızı depreme dayanıksız yapı stokumuz oluyor!
Elazığ'da kerpiç evler yıkıldı ve can kayıpları bu yüzden oldu!
Allah korusun benzer bir depremin İstanbul ya da benzer bir şehrimizde olması halinde kerpiçten farksız betonarme binalarımız yerle bir olacak!
Ve can kaybımız hiç şüphesiz bugünkünden katbekat fazla olacak!
Elazığ depremi birkaç köyümüzü değil de Elazığ'ın merkezini bile vurmuş olsaydı karşı karşıya kalacağımız felaket elbette çok daha büyük olacaktı!
Bu nedenle köylü depremleri adeta bir teselli kaynağı olarak görüyoruz!
Bir yandan yaramıza tuz basarken bir yandan da ya şehirde olsaydı halimiz nice olurdu diye kendi kendimizi teselli etmeye çalışıyoruz!
Her depremden sonra konutlarımızın durumu hakkında uzun uzadıya konuşuyor, depreme dayanıklı konutların gerekliliği üzerinde duruyoruz.
Ama aradan bir süre geçince de her şeyi unutuyoruz!
Sonra da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş gibi "Depremin ayak seslerini duyuyoruz" diye korkulu rüyalar görmeye başlıyoruz!
Yani bir türlü akıllanmıyoruz!
Bir türlü tedbir almıyoruz.
İstanbul gibi riske maruz bir şehrimiz için şimdiye pek çok tedbiri almış olmamız gerekmez miydi?
Nerede deprem olursa orada konutları depreme dayanıklı yapacağımızı ifade ediyoruz. Bunu deprem olmadan önce yapsak, fena mı olur?
İşin parasal yönünü kimse bahane etmesin! Deprem sonrası uğranılan maddi zarar deprem öncesinde binaların yenilenmesinden daha mı az?
Deprem sonrası harcayacağımız parayı deprem öncesi niye kısarız ki!