KÖY ENSTİTÜLERİ-3

Erol BATTAL

İki haftadır anlattığımız Köy Enstitüleri’nin temel özelliklerini ve eleştiri noktalarını aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.

  1. “Köylüye göre, köylü öğretmen” yetiştirmek söylemiyle kurulmuşlardır.
  2.  “İş için, iş içinde eğitim”i felsefe olarak belirlemişlerdir.
  3. Okullar; şehirden uzak, tren yollarına yakın – yanında değil- geniş araziler üzerinde kurulmuştur.
  4. Okulların yapımında ve üzerinde kurulu olduğu tarım arazilerinin işlenmesinde öğrenciler işçi olarak çalıştırılmışlar ve buna uygulama eğitimi denmiştir.
  5. Öğrenciler, öğretmenler ve müdür dahil herkes gri renkli formalar giymek zorundadır.
  6. Öğrenciler zeki ve çalışkan kız ve erkek köylü çocuklarından seçilmektedir.
  7. Kız -erkek karma uygulanmakta ve aynı binalarda yaşamaktadırlar.
  8. Eğitim kız ve erkek öğrencilerin birlikte sabahleyin oynadıkları zeybek oyunlarıyla, danslarla başlamaktadır.
  9. Marşlar söylenmesi eğitimin bir parçasıdır. Mesela tarlada çalışmaya giderken öğrenciler hep bir ağızdan “Ziraat Marşı” okunmaktadır.
  10. Her yıl 25 tane kitap okumak mecburiyeti vardır.
  11. Okulların yapımından köylüler sorumludur.
  12. Bu okulları bitirenler, 20 yıl köyde çalışmak zorundadır. Şehre tayin isteyemez.
  13. Okuldan 17.341 öğretmen, 8.700 eğitmen, 7.300 sağlık memuru yetiştirilmiştir.
  14. Öğretmen yetiştiren diğer okullardan ayrılsın diye okulun ismine ‘enstitü’ kelimesi eklenmiştir.
  15. Buralardan mezun öğretmenlere, önceleri 20 sonraları 25 Lira maaş verilir.
  16. Okulların iki önemli ismi; Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç

            Bu okulların değerlendirilmesinin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için okulların 1940’lı yıllarda varlığını sürdürdüğünü, bunun 2. Dünya Savaşı ortamı olduğunu hatırdan uzak tutmamak gerekir. İsmet İnönü, okulların sorumlularına, “elinizi çabuk tutunuz, okulların sayısını 80’e çıkarınız, bu fırsat elinize bir daha geçmez; savaş bittiğinde, bu rahat ortamı bulamazsınız” diye talimat verir. Ancak bütün gayretlerine rağmen, savaş ortamında, ancak 21 tane ‘kamp’ kurulabilmiştir. Çünkü savaş biter bitmez, insanlar, etraflarına bakabilmiş ve yapılanları görmüşlerdir. Okul adıyla sunulanların Nazi Almanya’sındakine benzer birer kamp olduğunu fark etmiş ve şiddetli eleştiriler getirmeye başlamışlardır. Bu eleştiriler hem Meclis içinden, hem de dışından gelmiştir. Mesela Emin Sazak, buradan yetişip köylere gidenlerin kendilerini birer Atatürk zannederek, köylüye, karşı gelinemez zulümler yaşattığını söyler. Çünkü onlar ‘çağdaşlığı tanımış, gerilikle mücadele etmekle kendilerini yükümlü saymış, babaları, anneleri de olsa köylüler, cehalet ve geriliklerinin farkına varamamışlardır. Onlara bunu fark ettirmek gerektiği inancındadırlar.

Meclis dışından da eleştiriler gelmeye başlamıştır. Köy Enstitülerini belki de en iyi anlatan “Bozkırdaki Çekirdek” romanıyla Kemal Tahir oldu. Kemal Tahir, bu okulları, aynı dönem Almanya’sındaki gibi, Milli Şefi ebedileştirmek için köylü çocuklarının kız erkek toplandıkları, ağır işlerde çalıştırıldıkları Nazi kamplarına benzetir.

            Köylerinden alınan kız ve erkek çocuklar, kendi aile değerleri hiç dikkate alınmadan aynı mekanlarda barındırılır, milletin değer yargıları aşağılanacak şekilde birlikte tutulur. Bu konu yoğun eleştirilerin konusu olur; ancak hiçbir şekilde bu eleştiriler 1946’ya kadar dikkate alınmaz. Bu uygulamaya 1950’de DP iktidarında son verilir. Kız ve erkek okulları birbirinden ayrılır.

            Bu okullarda kitap okutturmak gibi bir güzel mecburiyet vardır; ancak kitap okuyanlar, kitabın, kitapçıda satıldığı bilgisinden bile uzaktırlar. filmleri bilirler, ancak filmin sinemada bilet alınarak izlendiğini ya da bilet nasıl alındığını bilmezler. Kitap, sadece onlara dağıtılıp okutturulandır. Onlara dağıtılansa, çoğu zaman milletin değerlerinden uzak ve hep tartışılan kitaplar olmuştur.

            Öğrenciler, ağır işlerde çalıştırılmış haftalık 44 saatin 22 saati kültür dersleri diye ayrılırken 11 saat inşaatlarda, 11 saat de tarlalarda çalışmaya ayrılmıştır.

            Okullarda idareci, öğretmen, öğrenci herkes üniformalar içerisinde Nazi askerleri gibi giydirilmiş, günün saatlerinin anlam ve önemine göre marşlar söylettirilmiş. Batı müziğinin enstrümanlarının çalınması öğretilmiştir. Mezun olduklarında yanlarına keser, testere gibi 150’ye yakın inşaat ve tarım aracı zimmetlenerek verilmiştir.

            Okullar en büyük zulmü kuruldukları bölgelerin köylülerine yaşatmıştır. Okulların yapılmasının, donatılmasının sorumluluğu köylülere yüklenmiş bu çerçevede ağaç, çivi gibi inşaat malzemelerinin salmaları yapılmış; savaş ortamında yoklukla boğuşan köylüler bu salmaları karşılayabilmek için atlarını, öküzlerini, sabanlarını satmak zorunda bırakılmışlardır. Ayrıca köylülere, yaşları kıstas alınarak, yılın belli dönemlerinde 20 gün, 30 gün bu okullarda çalışmak zorunluluğu getirilmiştir.

            Bu okullarla ilgili en büyük reklam yetiştirdiği yazarlardır. Öğretmen, eğitmen, sağlıkçı, ziraatçı olmak üzere 30.000 civarında mezunu olan bu okullardan ismini saydıkları 6 tane şair ve yazar sayarlar. Bir de onların, sağcı oldukları için saymadığı Yavuz Bülent Bakiler ve sağlıkçı Bahattin Karakoç vardır. Bu manzara, bu okulların en çok övündükleri nokta da bile ne kadar kısır olduğunu gösterir.

            Buralarla ilgili bir nokta daha vardır ki, dikkat çekmeden geçmek gerçekten büyük bir eksiklik olacaktır. Bu da, bu öğretmenlere ödenen maaş konusu. Başlarda 20, sonlara doğru 25 Lira maaş ödenen bu insanlar, büyük bir fakr-u zaruret içerisinde yaşatılmıştır. 1950 de Tevfik İleri bunların maaşını 25 Liradan 125 Liraya çıkarmış ve şehre tayin isteme hakkını tanımıştır. Ancak bu iyileştirilmeye rağmen, Ebedi Şefi yüceltme üzerine şartlandırıldıkları için, Tevfik İleri’ye büyük düşmanlıklar beslemektedirler.

            Aşağı yukarı kurslarla birlikte 15 yıllık bir ömrü olan ve üzerlerinde gerçekten bir efsane oluşturulan bu ‘kampları’ 3 yazıda anlatmak mümkün değildir. Anlattıklarımız belki bir fikir verir. Ancak haklarında bir mitoloji oluşturulan bu kurumlarla ilgili mutlaka kitaplık çapta çalışmalar yapılmalıdır. Bu çalışmalar yapılmadığında, insanın içini sızlatan durumlar yaşanmaktadır. CHP tarafından soruşturmayla genel müdürlükten alınıp, öğretmenliğe döndürülen ve sonra da yine, çeşitli fiillerinden dolayı çeşitli sürgünler yaşayan İ.Hakkı Tonguç’un ismi Süleyman Demirel Üniversitesi Eğitim Fakültesine geçen hafta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından verildi. Bu öneriyi kim getirdi, Cumhurbaşkanı bunu hangi saikle onayladı gerçekten merak ediyorum. Bu, her halde ağıt ve efsanelerin bu ülkede ne kadar işe yaradığını göstermesi açısından, kayda değer bir durumdur.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.