Öğretmenliğimin son birkaç yılında en büyük hayalim müdür yardımcısı olmaktı. Masasında oturup odasına desturla giren çıkanlarla sohbet eden müdür yardımcıları bana göre saygın kişilerdi. Zaten eğitime idare gözünden bakabilmenin vakti de gelmişti. Dile kolay yirmi yıl öğretmenlik yapmıştım. Birkaç yıl ara vermek, yeni bilgilerle donanmak cazip geliyordu. Bu uğurda elbette elini taşın altına koymak da gerekiyordu.
Kısmet oldu, iki yıl önce müdür yardımcısı oldum. Bazıları neden bu kadar beklediğimi sorsa da gerçekten hiç aklıma gelmemişti dediğimi anımsıyorum. Bazı heyecan ve mutluluklar yazıya dökülemiyor. Mülakat puanımı görünce ağzım kulaklarıma vardı. Eşim her ne kadar istemese de saygı duydu ve yeni işim için okuluma çiçek yolladı. Ne de olsa geçici olan bir görevdi ve asıl işim öğretmenlikti. Masam için aldığı malzemeleri de özenle yerleştirdim. Hatta süslemeyi o kadar abarttım ki çalışma alanım daralmıştı. Müdürümle aşırı çalışma isteğim nedeniyle çok fazla sorun yaşamıyordum. Tek sorun her şeye sıfırdan başlıyor olmaktı. Ben bu kadar iş olduğunu gerçekten bilmiyordum. Hele işin nasıl yapıldığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Çünkü hizmet içi eğitimlerle sadece öğretmenliğimi geliştirmiştim.
Yaşadığım ilçenin küçük olması elbette avantaj. Okula yürüyerek geliyorum. Her gün aynı bayırdan inerek okula gelmek, hem de öğretmen olduğum günlere nazaran yarım saat erken olunca başlarda biraz zor olsa da çok havalı geliyordu. Mutluluk gözlerime, işin acemiliği yüzüme yansıyordu. Çoğu zaman elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyordum. Aynı dönemde göreve başladığım arkadaşlarında benden farklı olmadığını gözlemliyordum. Artık zıplamak, hoplamak gibi davranışlara gerek olmadığından, daha özenli giyinmeye de başlamıştım. Güzel göründüğümü sandığım, sorumluluğumun da üstesinden gelmeye çalıştığım günlerdi. Tek özlediğim çocuklardı. Her ne kadar tiyatro gösterilerimde onlarla buluşsam da artık benim öğrencim bile yoktu. Hem öğrencilerimden hem arkadaşlarımdan olmuştum. İdarecilik sadece idare etmek değil, aynı zamanda yalnızlıktı.
Yolumun üstündeki evlerden birinde yaşadığını bildiğim –kesinlikle işten güçten ve hatta daha önemli işleri olduğundan- benden daha dağınık, hayatı olduğu gibi kabul ettiğini düşündüğüm bir bayanla sık sık karşılaşıyordum o saatlerde. Aşikardı, küçükbaş hayvancılıkla uğraştığından ve bahçe işlerinden dolayı da görünümünü zaten önemsemediği belli olan biriydi. Günaydından ileri gitmeyen muhabbetimiz bir sabah onun bana bir soru sormasıyla değişti:
-Kızım, sen aşağıdaki okulda mı çalışıyorsun?
Beni orda herhangi bir işte falan çalışıyor sanmış olmalıydı. Oysa ben bugüne bugün koskoca bir müdür yardımcısıydım. Bazıları hiç haddini bilmiyor ama ne yapacaksın? Hemen başım dik ve en havalı halimle cevapladım:
-Evet, orda müdür yardımcısıyım.
Kadının şaşırmasını, örgü yeleğini toplamasını ve “Vay… Demek öyle…” falan demesini beklerken:
-Olsun kızım, dedi. Bir işi olsun da, diyerek ağzımın payını verdi.
Şimdi şaşıran bendim işte. Bu ne cahilliktir, bu ne bakımsızlıktır, bu ne biçim laftır böyle? Müdür yardımcısı olmak bu kadar basit mi? Koskoca müdür yardımcısı ile nasıl konuşuyordu?
Velhasıl… Bayanla her gün bir iki kelime ederken yakından tanıştık. Bunca işi, bu perişanlıkla yapması aslında çocuğunun okuması içinmiş. Onun da bir meslek sahibi olması için… Öyle ki zaman zaman kendisine yardımcı da olan kızını gönderebildiği her kursa göndermeye, ders çalışabilmesi için elinde olan her imkânı değerlendirmeye çalışan “Hepimiz bir boğaz için çalışıyoruz, ömür geçti,” cümleleriyle aslında binlerce derdini anlatan bu kadını anladığımda hayata dair öğrenecek çok meselem olduğunu da fark etmiştim.
Elbette yerine göre giyinmek, konuşmak, saygı duymak önemli ama asıl önemli olan amacının ne olduğunu bilmek ve ona ulaşmak adına çaba sarf etmek…
Aradan iki yıldan fazla geçti, acemilik günlerimi atlatmanın sevinci içinde olduğum şu günlerde bu iki yılda yönetimde olmanın asıl zorluğunun evrak işi olmadığını bir kez daha öğrendim. Kimi bu işi hamallık görse de her öğretmenin yaşaması gerektiğini düşünüyorum. Yeterli öğretmenlik tecrübem olmasa asla cevap veremeyeceğim sorular karşısında çaresiz kalırdım, çok şükür bunu hiç yaşamadım. İdare kısmına geçmeden önce öğretmenliği tam anlamıyla yapabilmek gerektiği kanısındayım. Benim zamanlamam çok iyiydi.Zaten sınıfını yönetemeyen, işini, çocukları, öğretmeyi sevmeyen biri asla öğretmen olmamalı. Hele yöneticiliği hiç düşünmemeli. Sınıf yönetimi bana göre eğitimin ilk şartı. Aksi takdirde kişi ne öğretebilir ne de işinden zevk alır. Bu da elbette tecrübe, mesleğiyle ilgili donanım ve öğrenmeye istekli olmakla aşılacak bir husustur. Demem o ki öğretmenlik maharet, özveri, sabır ister. Aldığın parayı hak etmeyi, çocukların zamanından çalmamayı gerektirir. Sevebildiğin kadar başarılı, samimi olduğun kadar idealist olursun bu meslekte. Öğretmenlik diplomayı alıp devlete kapak atmak değildir. Geleceğe doğru insanlar yetiştirebilmektir.
Velhasıl…
Bunları koskoca müdür yardımcısı olarak yazmadım size. Yirmi ikinci yılımın tecrübesiyle koskoca öğretmen olarak yazdım. Ve bütün samimiyetimle söylüyorum; iyi ki öğretmenim.