Önceleri hiç mi hiç inanmıyordum, ama galiba gerçek: Medyada birileri hakikaten korkuyor...
Şu yakınlarda yazdıklarına göz atınca korktukları her yazılarından belli oluyor. Korktukları şeye karşı tedbir olsun diye başvurdukları yollar yazılarına siniyor, yanlışlar yapıyorlar... Eskiden de bir yazılarıyla diğeri arasında çelişki olurdu, ama son zamanlarda çelişkileri arasındaki mesafe hayli kısaldı.
TIME dergisinin Tayyip Erdoğan kapaklı sayısında izlenim yazan bir TIME mensubu, “İki büyük gazeteciyle görüştüm, ancak adlarını yazmamam kaydıyla konuştular” notunu düşmüştü. TIME’da en büyük eleştiri de Türkiye’de basının baskı altında olduğuna dairdi. Gazeteciler korkuyormuş...
Gazeteciler de korkar. Ölüme en yakın meslekler sıralamasında en başta yer alır gazetecilik... Savaş muhabiri korkar, demokrasiye aldırılmayan ülkelerde tetikçilere muhatap olma ihtimali bulunan yazar korkar... Can azizdir, kimse postu deldirmek istemez.
Bunlar dışında bir korku? Hayır... Gazeteciliğin zor yapıldığı ortamlar da vardır hemen her ülkede, dönem dönem; o ülkelerde, o dönemlerde, gazeteciler mücadele eder. Mesleği için mücadele eder... İlkeleri veya ideolojisi için mücadele eder... Ama korkmaz...
Neyse. Bizde iki‘büyük’ gazeteci “Korkuyoruz” demişler konuştukları TIME muhabirine...
Vaktiyle kendisinden ‘amiral gemisi’ olarak söz edilen gazetenin yazarları, birer gün arayla, konuya değinen yazılarla çıktılar okur karşısına... Okuduğunuzda anlıyorsunuz; herbirinin meramı, “O gazeteci ben değildim” mesajını birilerine iletmek...
Pop sosyolog açtı bu yolu; ardından ‘Çağrılmayan Yakup’ ile ‘Niçin Geç Kaldım’ devreye girdi. Bakalım siz bu yazıyı okurken bugün kim günah çıkartıyor olacak?
Sanki “Yoksa sen misin o?” diye soran olmuş, hepsi arka arkaya, “Vallahi ben değilim” diye ortaya atılıyorlar...
Daha önce ‘şaka’ yaptıklarını sanıyordum korkudan söz açtıklarında; ancak bu yeni durum gerçekten korktuklarını, korkunun sinir sistemlerini bozduğunu gösteriyor.
Hikmet Genç vaktiyle Füsun Erbulak’ın kitabına isim olarak seçtiği ‘Niçin Geç Kaldım?’ sorusuyla okuru karşısına çıkan yazarın artık epey sıklaşmış çelişkilerini arka arkaya sıralamıştı geçen gün. ‘Çağrılmayan Yakup’un bir gazeteden diğerine taşıdığı çelişkileriniyse Ahmet Kekeç sergilemişti.
Yeniden okudum yazdıklarını ve teşhisim pekişti: Bunlar gerçekten korkuyor...
Köhne kaptanın ise sinirleri çok bozuk. ‘Dörtlü çete’ ile heybetinin artacağını sanmıştı, daha güç durumda kaldı. Geçen akşam gittiği bir televizyon programında, 28 Şubat mağduru olduğunu bildiği biriyle ekranı paylaşacağını fark edince gürültü çıkarmış; muhatabının “Ben buraya yeni çıkan kitabımın tanıtımı için geldim” demesiyle bile yatışmamış...
Zorla çıkarmışlar programa...
Bu kadar korkuya yürekleri nasıl dayanıyor, hayret...
Performanslarını da etkiliyordur bu durum. Etkiliyor. ‘4 Yüz’ grubundan titizliğiyle tanınanı, bu hafta içerisinde iki gün üst üste, yazısında yaptığı yanlışlardan dolayı özür dilemek zorunda kaldı. İlk gün yazısı altına düştüğü özür notunda yazdıkları da hatalıymış; haydi, ertesi gün bu defa özür notundan dolayı özür diledi...
Neden korkuyor olabilirler? Sütunlarını kaybetmekten mi? Böyle bir şeyin olacağını sanmıyorum; Aydın Bey onlardan kolay kolay vazgeçmez... Kimi uzun yol arkadaşlıkları sırasında hayli mahrem konulara âşina olduğu için, kimi çevresi, kimi okuru bulunduğu için...
Yazarlar sütunlarını da kaybedebilir sonra... New York Times, ağır muhafazakâr, Neo-Çılgın tayfasının en cerbezelisi Bill Kristol’a sütun açmıştı; adama şu yakınlarda“Güle güle” denildi. Washington Monthly dergisinin medya eleştirmeni “Gelmiş geçmiş en kötü köşe yazarıydı; sürekli hata yapıyordu, ne yazacağı kestirilebiliyordu ve sıkıcıydı yazdıkları” diyor.
“Kristol bir yıl boyunca dört olgusal hata yaptı; çok fazla” diye yazmış eleştirmen...
Bir de kimden, niçin korktuklarını anlayabilsek...