12 Haziran 2011 seçimlerinde yarışacak milletvekillerinin listeleri bugün itibari ile açıklandı. Listeler yine lider sultası altında ve yine ‘yarıçaplı demokrasi’ anlayışı ile hazırlandı. Basın yayın kuruluşlarına göre herkesin heyecanla beklediği (!) aday isimleri dünden itibaren açıklanmaya başladığında bazı televizyon kanallarının ’bu çok önemli (!)’ bilgileri son dakika spotu ile ekrana yansıttıkları görüldü.
’Şu kadar kadın adayımız var, adaylarımızın yaş ortalaması şu kadar’ türünden ifadelerle gençlere ve kadınlara verdikleri önemi vurgulayan parti liderleri, basın açıklamalarında verdikleri bilgilerle rakiplerine ’tur bindirmeye’ çalıştı.
Listeleri irdelediğimizde dikkat çeken hususlar var. Öne çıkan bütün partilerin ‘popüler’ isimleri vitrin yapmaya çalıştıkları görülüyor. Sporcu, sanatçı, terör örgütü zanlısı, terör örgütü eski hükümlüsü gibi bir şekilde öne çıkan isimleri her parti ’kendi tıynetine göre’ aday göstermeye çalıştı.
En önemli nokta ise partilerin geçmişte ’dava adamı’ olarak baktığı bazı sembol isimlerin başka partilerden aday olmalarıydı. Geçmiş dönemlerde benzer vak’alar yaşanmış olsa da bu dönem biraz daha dikkat çeken kimlikler olduğunu söylemek mümkün. Partilerin özellikle bölge bölge çalışma yaptıkları ve belli bir strateji gözettikleri muhakkak. Fakat kendi tabanlarından gelmeyen ya da siyasi gelenek itibari ile kökleri ayrı olan kişileri aday göstermek aslında partiler için ciddi bir risk taşıyor diyebiliriz. Yarın bir gün TBMM’de; Anayasa değişikliği, dokunulmazlıkların kaldırılması, başörtüsü özgürlüğü ve sınavsız eğitim gibi temel hakların oylamaya sunulması halinde bu kişilerin ’yan çizeceği’ öngörülebilir. ’At izinin it izine karıştığı’ böyle bir ortamda yürüttüğümüz bu tahminin bir kehanet olmadığı geçmişteki tecrübelerimiz ile sabittir. Fazla oy alayım, milletvekilim fazla olsun derken, stratejik oylamalarda basının, ’filan parti şu kadar fire verdi’ türünden parmak hesabı yapması halinde ‘rüsvâ’ olmakta ihtimaldir. Zira, eskilerin deyimi ile ‘bir insanın aslı neyse nesli de odur!’
Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi genel olarak yörelerinin ‘ağababaları’ olan kişiler ile medyanın yönlendirdiği isimlerin aday yapıldığı ya da listelere konulmadığı somut şekilde gözlenmiştir. Kimi insanların toplum nazarında kaliteli insanlar ve liyakat sahibi oldukları algısı varken kimi insanların ise maddi güç ya da nüfuz sahibi olduklarından aday yapıldıkları gerçeği yadsınamaz.
Devlete kafa tutan bebek katilleri ve postallı diktatörlerin kravatlı hizmetçileri de bu seçimlerde aday oldu. Partilerimizde maalesef yönlendirmelere alet oldu.
Önceki dönemde milletvekili olarak yargılanmaktan kurtulan terör örgütü zanlısı ’başkomiseri’ tokatladı. Milletvekiliydi, dokunulamadı. Darbe yapmaya teşebbüs suçundan yargılanan ve ‘ayağa kalkarsa ölür’ şeklinde rapor verilen şahıs bırakın ayağa kalkmayı milletvekili adayı yapıldı.
Dikkat çekmek istediğim başka bir husus ise şu ki; %90’ın üstünde Müslümanın yaşadığı ve kadınların %70 oranında başörtülü olduğu bir ülkede -seçilemeyecek yerlerden aday gösterilen birkaç hanım hariç- başörtülü aday gösterilmedi. Maalesef güzel ülkem bu utanç duvarını bu kez de yıkamadı.
‘Kör çavuşun topal eşeği misali’ belli merkezlerden yönlendirilmeye çalışılan, ‘iki dudak arası hükümlerin’ uygulandığı yarım yamalak bir demokrasimizin olduğunu kabul etmek durumundayız.
Fakat, kanlı postallarına ‘kul hakkını’ dolayan cunta bürokrasisine hayır demek için, daima mükemmeliyet umudu ile inadına millet, inadına demokrasi demeye devam edeceğiz.
Çok şükür ki, Mısır değiliz, Suriye değiliz, Libya değiliz!
Çünkü biz daha demokratiğiz!
Bir sonraki yazımızda buluşuncaya kadar, yüreğinizden sevgi, yüzünüzden tebessüm eksik olmasın efendim… Muhabbetle kalınız…