“Ankara ve deniz görmeyen şehirler yarım şehirlerdir, göçebe toplumlar yerleşik toplumlara göre daha cevval ve daha cesurdurlar. Et yiyenler ot yiyenleri, balık yiyenler ise her ikisini idare eder. Dağlılar mücadeleci ovalılar ise biraz miskin olurlar.Dünyayı erken yatıp erken kalkanlar idare eder. Arapların huyları deveye, Türklerinki kurt’a, İngilizlerinki tilkiye çeker.Büyük peygamberler hep aynı bölgede yani Ortadoğuda ortaya çıkmışlardır. ..”Bu hükümleri daha fazla çoğaltabiliriz.
Bilgelerin çok eskiden beri merak ettikleri hadiselerden biri de insanların, milletlerin huyları, kültürleri ile yaşadıkları yerin iklimi, coğrafi yapısı, havası, yedikleri içtikleri arasındaki bağ ve ilişki meselesidir.Tarihi medeniyetlere baktığımız zaman onların genellikle ya ırmak kenarlarında, ya verimli ovalarda, ya da deniz kıyılarında kurulduklarını görürüz. ( Sümer, asur, babil gibi Mezopotomya medeniyetleri Fırat ve Dicle kıyısında; Hind Medediyeti İndus kıyılarında, Mısır Medeniyeti Nil kenarında kurulmuştur.) Açık denizlere hakim olamayan milletler İmparatorluk kuramazlar. Tarihin gördüğü büyük imaparatorlukların konumuna baktığımızda bu hakikat gün gibi ortaya çıkar. Roma, Osmanlı, Britanya ve ABD açık denizlere hakim oldukları zaman imparatorluk olmuşlardır. Almanlar o müthiş disiplinlerine, o muhteşem çalışkanlıklarına, o dayanılmaz inatlarına rağmen coğrafi konumları onların dünyada birinci olmalarına engel olmuştur. Aynı durum Ruslar için de söz konusu.
1923 de başkent olan Ankara bütün çalışmalara, bütün devlet imkanlarının oraya yığılmasına rağmen bir türlü İstanbul’u geçemiyor. Geçmek şöyle dursun ona yaklaşamıyor bile. Bu gün Ankara başkent olmaktan çıksın kısa bir süre sonra önem sırasında gerilere düşer. Ekonomide, sanatta, nüfusta, sporda, müzikte, basın yayında…akla gelen ne varsa herşeyde İstanbul Ankaradan ileri. Devletin bütün kurumları Ankarada: Tüm bakanlıklar, onlara bağlı genel müdürlükler, ordunun tüm önemli birimleri (kuvvet komutanlıkları, genelkurmay,hava, deniz, kara, jandarma komutanlıkları…) hepsi Ankarada. Başkentin neredeyse yarısı devlet binalarından oluşuyor. Bu kurumlarda yüzbinlerce insan çalışıyor. Türkiye için son kararı veren TBMM, Başbakanlık, Bakanlıklar, MGK, Cumhurbaşkanlığı…Hepsi Ankarada. Ama bütün bunlara rağmen coğrafi konumu, denizden uzak oluşu, dünya ile açık deniz bağının olmayışı O’nu İstanbul’dan geri bırakıyor.Rahmetli, Özal Sabancıya ; ”Ağam bu iş burada (Adanada) ancak bu kadar olur. Türkiye ve Dünya çapında bir firma olmak isterseniz merkezi istanbula taşıyın!” tavsiyesinde bulunmuş Sakıp Ağa da bu nasihati dinlediği için bu gün Sabancı Holding bu hale gelmiştir.
İnsanların huylarının, gelişmişliklerinin yaşadıkları şehirle, aldıkları hava ile, bulundukları coğrafi konumla, yedikleri yiyeceklerin cinsi ile ilgisi mutlaka ve mutlaka var. Yalnız bu ilgi yüzdeyüz oranında değildir.Mesela Mekke'de Hz Muhammed’de(sav) yetişmiştir, Ebu Cehilde. Balık yiyenlerin hepsi zeki olur hükmü doğru değildir. Mevlana balığın çok olduğu bir şehirde yetişmedi. Mevlana da konyada yetişti onun çok sevdiği insan olan Şemsi öldürenlerde. (Üstelik katiller arasında arasında oğlu alaeddininde olduğu rivayet edilir. )
Yazımı başlıktaki hikayeyi yazarak bitireyim: Türkiyeden 50 li yıllarda hacca gidenler arasında 4-5 tane Karadenizli Hacı adayı da varmış.O günlerde Mekke’de, Medine’de bir Türke rastlamak çok zormuş. Karadenizin bu delişmen çocukları Medine’ye varınca biraz şaşırıp tutunacak bir dal aramışlar. Araştırırken Konyanın yetişdirdiği gönül adamlarından Ali Ulvi Kurucu Beyefendiyi bulmuşlar. Birkaç gün O’na misafir olmuşlar. O’nun yumuşak huyu, sakin hali bizim lazların hoşlarına gitmiş ve dikkatlerini çekmiş:
-Bizler yerinde duramayan hırçın, hareketli insanlarız. Siz ise maşallah ne kadar sakin, ne kadar halim, ne kadar mülayimsiniz! Bu fark acaba nereden kaynaklanmakta? Diye sormuşlar. Konyalı Ali Ulvi Kurucu Beyefendi onlara şu güzel cevabı vermiş;
-Ben Konyalıyım. Konyada yetiştim. Konyada en çok yetişen ürün buğdaydır. Bizler en çok buğday yeriz. Sizler Karadenizlisiniz. Orada da en çok mısır yetişir, sizler de daha çok mısır tüketirsiniz. Bir tavaya buğdayı koyun ve kavurun! O mübarek sesszice kavrulur ve pişer. Aynı tavaya mısırı koyun ve kavurun! Mısırların fişek gibi sağa sola “pat! Çat!” diye fırladığını göreceksiniz. Fark buradan kaynaklanıyor.
Bu hatıra benim çok hoşuma gitti. Coğrafyanın, iklimin, havanın ,suyun insan üzerindeki etkisini ne güzel anlatıyor. Bu hikayedeki görüşe göre Erzurmluları haşin yapan oranın soğuğu ve yüksekliği, Adanalıların pamuk üretiminde birinci olmalarının temelinde Adana'nın sıcaklığı ve pamuklu giysilerin insanı serin tutması hikmeti yatar. En iyi çatı ustaları herhalde Rizelidir. Türkiyedeki mütaeahhitlerin önemli bir kısmı Karadenizlidir. (O sarp araziye bina dikmeyi beceren herhalde önce iyibir usta sonra da müteahhti olur) Doğu ve Güneydoğu bölgemizdeki hemşerilerimiz kırmızı eti fazla tükettiklerinden daha güçlü, daha mücadeleci olmaları normaldir.
Son söz: İnsanların huylarında, milletlerin karakterlerinde havanın, suyun, coğrafyanın, iklimin, yediklerinin, içtiklerinin…hepsinin etkisi vardır. Ama bütün bunların üzerinde, bütün bunlardan müessir en büyük etki ise onların inançlarıdır.