Nihayet bendenize, dünyanın son üç yüz yılına damgasını vuran Avrupa’nın bir parçasını görmek nasip oldu. Bir tarih öğretmeni için çok fantastik bir buluşma bu. Koca Osmanlı’yı bin bir türlü entrika, bin bir türlü tuzak ile alt eden bu “zalim kıtanın” topraklarında yürümek, dedesinin katillerinin yuvasını yakından temaşa etmek gibi bir şey doğrusu.
Haçlı seferleri, Coğrafi Keşifler, Rönesans, Reform, Mohaç, Fetihler, Viyana Kuşatması, Karlofça antlaşması, gerileme devri… Osmanlı tarihi bir nevi Avrupa tarihidir. Avrupa’nın temelini oluşturan ana direk ise Hristiyanlıktır. Avrupa’dan (yani haçlılardan, yani Hristiyanlardan) Anadolu’yu Malazgirt ve Miryekefalonla alan Selçuklu atalarımızdan sonra, yıkılmaz zannedilen, alınmaz diye ün salan, büyük devletler tarafından 29 kez kuşatılan İstanbul’u ( Konstantin’i) ceddimiz Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethetmesi ile Osmanlı ismi, Türk namı, Müslüman unvanı Avrupalının tüm benliğine öyle bir yerleşti ki, biraz korku, biraz hayranlık, biraz nefret kokan bu duygu Avrupalının düşüncesinde hiçbir zaman yok olmadı ve böyle giderse kıyamete kadarda yok olmayacak.
Kışın ortasında, soğukların zirve yaptığı günlerde, Konya’da elimizi ayağımız bağlayan bazı mühim hadiselerin tesiri eşliğinde, Konya’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Amsterdam’a uçmak doğrusu biraz cesaret işi. Allah’a tevekkül ederek, akrabalarımızın özlemini gönlümüzde taşıyarak çıktığımız seferi Rabbimizin yardımı ile tamamladık.
Şükredecek O kadar Şey Var ki
Bundan 300 sene önce aylarca, 150 sene önce haftalarca sürecek bir mesafeyi toplamda 4- 5 saatte tamamlamak, hem de oturduğun yerden, üşümeden, yorulmadan; istersen kahveni içerek, istersen uyuyarak kuşlardan daha hızlı, onlardan daha yüksekten uçarak, Balkanların, Macaristan’ın, Avusturya’nın, Almanya’nın semalarından süzülerek Hollanda’ya, Amsterdam’a kazasız belasız, zamanında inmek, menzili maksudumuza bu kadar kısa sürede ulaşmak, inanılmaz bir mutluluk inanılmaz bir sevinç veriyor insana.
En az bu duygu kadar güzel başka bir his ise, yabancısı olduğun bir diyarda, lisanını bilmediğin insanların ülkesinde, kocaman bir hava alanında, ne yapacağını, ne yöne gideceğini bilemeyip şaşırıp kalma korkusundan bizleri hava alanında karşılayan akrabalarımızı görünce oluşan güven duygusu. İnsan bir “oh” çekiyor onları görünce. Kimsesizlik, yalnızlık, gariplik hüzünleri, onların görünmesi ile yerini sevinç ve güvene terk ediyor. Türkiye’de yaşayamayacağınız bir vuslat iklimi oluşuyor o anda gönülde. Hemen ardından bu duygunun milyonlarca kat be kat büyüğünü ahirette yaşayacağımız düşüncesi sökün ediyor beynimde. Burada, nihayet kaybolursun, eninde sonunda seni polis akrabalarına kavuşturur. Ya ahirette? O sonsuzluk diyarında, sadece adını bildiğimiz, mahiyetini bilemediğimiz, hakkında hayal bile kuramadığımız mekanlara vardığımızda ne yapacağız??? Dünyadan kabre gidiyoruz, kabirde kimle, neyle, nasıl karşılaşacağız. Kabirden haşre gideceğiz. Orası nasıl bir diyar? Ve haşirden sonsuz, ebedi hayata vasıl olacağız. O sonsuz diyarda bizi karşılayacaklar olacak mı? Nereye nasıl yürüyeceğiz? O sonsuz hayatın özellikleri neler? Evleri nasıl? Devleti, hakimi kim? Orada geçer akçe nedir?
O diyarın üç önemli yurdu olduğunu duyuyoruz, okuyoruz: 1- Cennet 2- Cehennem 3- Arasat(araf) Biz hangisine gideceğiz? Neler yaparak sonsuz mutluluk diyarı Cennete, hangi yanlışları yaparsak sonsuz azap diyarı Cehenneme gideriz…? Yoksa Araf’da mı kalacağız? Artarda bu sorular sökün ediyor beynimde gurbet ellerde. Gurbet dediysem Amsterdam öyle bildiğiniz gurbetten değil. Bolca Türk kardeşimiz var maşallah bu şehirde. Hele de misafir olduğumuz halamın mahallesinde. “Havzan etli ekmek, meram lokantası helal gıda marketi, kardelen market, saray cami, Ayasofya cami, Fatih Cami, Mescidi Aksa cami. (cami adlarına dikkat. Gurbetçilerimiz bu isimlerle duygularını düşüncelerini açığa vurmuyorlar mı?) “Buna benzer camiler ve onlarca dükkan… Konuşmalara kulak verdiğinizde Hollandaca’dan çok Türkçe ve Arapça işitiyor kulaklarınız.
Amsterdam Biraz da Konya
Amsterdam’ın merkezini yaya gezdikten sonra, tarihi şehri bir saat süren sandal gezintisi ile tanımak, her mekânın tarihi özelliklerini öğrenmek kültürel yönden büyük bir kazanç. Amsterdam biraz da Konya aslında. Çünkü üç büyük benzerlik var iki şehir arasında. Bunlar, düzlük, lale ve bisiklet. Bu benzerliklerin yanında çoğumuzun bildiği, duyduğu belki de bir çoğumuzun yaşadığı zıtlıklar var: Bir kurallar diyarı Hollanda. Düzen, sessizlik, uyum… Oranın vazgeçilmezleri iken, aksi bizim yaşadıklarımız. En büyük zıtlık ise kurallara uyma konusu. Türkiye’deki büyük evlere karşılık orada büyük yollar var. Türkiye’de geç yatma alışkanlığına karşılık orada erken yatıp erken kalkma var. Türkiye Hollanda arasındaki en büyük benzerlik ise Hırsızlık olaylarının çok olması imiş. Her şeyi hallettiğini zanneden Hollanda bu konuda çok yaya. Tabi birde onların (Hollandalıların) en kötü yanı Allah korusun içki ve uyuşturucu kullanımının çok olması(imiş). Buna birde yaşlanan nüfusu eklediniz mi geleceği yok bu ülkenin. (E eğitim ne işe yarıyor?) Eğer oradaki dindaşlarımız, ırkdaşlarımız iyi bir eğitim alıp, iyi bir örgütlenme yapsalar 20 30 sene sonra bu ülkenin hâkimi olurlar.
Bu yazdıklarım, bu öngörlerim yüzde yüz isabetli olduğunu söylemek doğru değil. Bu kadar az veri ile bu kadar kısa sürede bir milleti, bir ülkeyi bir şehri tanımak elbette mümkün değil. Benim bu çıkarımlarım Hollanda’ya gitmeden, orayla ilgili okuduğum yazılar ve orada kaldığım süre içinde yaptığım gözlemlerden ibaret.
Amsterdam, değişik cemaat ve grupların camilerine toplandıkları yerlere de gittim. Bir camide Cuma namazı kılıp vaaz dinledim. Değişik cemaat ve grupların samimi gayretlerine şahit oldum. Tabi buralarda gördüğüm en büyük eksiklik hala dar kalıpların içine sıkışıp kalmak. Gurbetçi akrabalarımızın ve vatandaşlarımızın kendi kültürleri için yaptıkları fedakârlıklar, gösterdikleri gayretler doğrusu takdire şayan. Lakin burada yine kuralsızlık ve büyük düşünememe hastalığı baş belası durumunda.
Kendi Gurbet Elde Gönlü Sılada Olan Nesil
Minarelerinden ezan okunmayan şehirlerde yaşayan hemşerilerimiz, bu eksikliği evlerine yerleştirdikleri cihazlarla gideriyorlar. Evlerine misafir olduğum halamın kızları ile dayımın kızının evinde her ezan vakti ya bir telefondan, ya da elektronik bir saatten ezan okunması hüzünlü bir özlemin, yakıcı bir hasretin ilacı gibi geliyor insana. Ömürleri gurbette geçip dert dökecek kimseleri olmayan insanlar şimdi oraları yurt edinmişler. Çocukları torunları olmuş. Yeni neslin çoğu artık Türkiye’den çok orayı vatan kabul ediyor. Orda iş bulmuşlar, oranın eğitimini almışlar, oranın kültürü ile yoğrulmuşlar. Keşke eğitimlerini en yüksek seviyede yapıp, özlerini koruyup oraların efendileri, yöneticileri olsalar. Gördüğüm kadarı ile yılların biriktirdiği bir güvensizlik var ruhlarında.
Neyse bu kültürel bu sosyolojik değerlendirmelerden uzaklaşıp güncel birkaç yaşanmışlıktan bahsedeyim. Aslında İslam’ın şiarı olan erken yatıp erken kalkma hasleti Hollanda da revaçta. Yaptığı işi güzel yapma, işine önem verme, çocuklukları daha küçükken eğitme, kurallara uyma alışkanlığı kazandırma gibi güzel sosyal davranışlar Hemşerilerimizde de maşallah uygulanıyor. Akrabalarımızdaki hanımların bile çok güzel araba kullanmaları eğitimin nelere kadir olduğunu göstermesi açısından çok önemli. Yılların şoförü olan benim bile geri geri zor girip çıktığım yerlere hanım yeğenlerim maşallah kolayca park ediyorlar. 25 km uzak bir yerden (Almira'dan) hanım yeğenim, trafiğin en sıkışık anında karmaşık yollardan geçerek (tabi navigasyon kullanarak) bizi halamlara getirebildi. Başka bir hanım yiğen ise yine en az 10 km uzak bir yere bizi çok güvenli, çok kurallı bir şekilde kullandığı aracı ile götürdü. Çocuklarını bisikletlerinin sepetlerine bindirerek okula götüren Hollandalı ve Türk hanımlar çok dikkat çekici. Trafikte bisiklet sürücülerinin ve yayaların tartışılmaz üstünlüğü zenginliğe karşı tabiliğin bir zaferi.
Korkarak endişe ile gittiğim bir yolculuğu sağ salim tamamlatan rabbime hamd olsun. Bu yolculuğa vesile olan bana bu konuda cesaret veren Oğlum Abdülkerim’e, bizleri kendi çocukları gibi karşılayan eniştelere, halamın kızlarına, onların çocuklarına, dayımın kızına, onun çocuklarına çok teşekkürler. Gezide rehberimiz Mustafa’ya, hava alanında bizleri karşılayıp uğurlayan Yeğenlere, eniştelere selam olsun. Pek çoğunu yeni gördüğüm halalarımın ve dayımın torunlarının hepsine rabbim sağlık, sıhhat, afiyet, hayırlı iş, hayırlı eş, hayırlı dünya hayırlı ukba nasip etsin. Yüce rabbimiz cümle ümmet-i Muhammedi itikatlı, ibadetlli, güzel ahlaklı ve İslami muamelatlı eylesin. (amin amin amin)