Komşuluk ilişkisi o kadar derin bir ilişkidir ki, bazen kardeş ve akraba ile ilişkiden daha önemli hale gelebilir.
Çünkü kapını açtığın zaman ilk karşına çıkan komşun oluyor.
Başın ağrıdığı zaman onun kapısını çalıyorsun.
Dara düştüğünde ilk gideceğin kapıdır komşu kapısı.
İşte bu kadar önemlidir komşuluk.
Allah teala bize “Akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalmışlara, elinizin altında bulunan köle, câriye, hizmetçi ve işçilere iyilik yapın” (Nisa/36) diye Kitabında emretmektedir.
“Yanı başındaki komşusu açken, tok yatan kimse iman etmemiştir” (İbn Ebu Şeybe, Musannef, İman ve Rüya, 6) diyen bir Peygamberin (sav) ümmetiyiz biz.
Çünkü Cebrail (as) Peygamber Efendimiz’e (sav) komşuya iyilik yapmayı o kadar çok hatırlatmıştı ki komşunun komşuya mirasçı kılınacağını düşünmeye başlamıştı yüce Peygamber.
Bu Anadolu toprakları komşulukla yoğrulmuş, her zaman komşunun külüne bile muhtaç olunmuştur. Hatta evden önce komşunun alınması hep tavsiye edilmiştir.
Komşulukla yoğrulmuş dediğimiz bu Anadolu toprakları artık eskisi gibi mi?
Her şey değiştiği gibi bu da değişti.
Ben çok iyi hatırlıyorum çocukluğumdaki komşulukları.
Bir Fatma Teyzemiz vardı, Allah rahmet eylesin.
Kendisi Akçaabatlıydı ama çok saf, temiz, içinde kin, nefret ve kötülüğün zerresi olmayan tam bir Anadolu kadınıydı Fatma Teyze.
Bizim en yakın komşumuzdu.
Aramızda sadece bir duvar vardı.
Anam kadar sevdiğim ve değer verdiğim bu kadıncağız bize teyzelikten öte analık yapmıştı.
Anamız babamız yokken, önce bizi doyururdu.
Acımız olduğu zaman acımızı paylaşır, sevincimize ortak olurdu Rahmetli Fatma Teyze.
Konyalı Muammer Amcamız vardı bir de. Ramazanlarda konu komşuyu toplar minibüsüyle büyük camilere teravih namazına götürürdü.
Bir de huysuz dedemiz vardı. Huysuzluğundan çoluk çocuğu yanından uzaklaşıp gitmişti. Ama biz komşuları onu aç bırakmaz, yemek verirdik.
Hiç unutmam; yazın çok sıcak olduğu günlerde Konyalı Muammer Amca, bodrum katta, yarım pencereli dairesinde kalırken, dedeyi pencerede görmüştü de, “Dede, açsan ne istersen alayım” demişti. Dede de “Şöyle bir yoğurt olsa da yesem” demişti. Muammer Amca hemen bakkaldan o zaman ünlü Topçuoğlu yoğurdunu almış, yanına da ekmeğini koymuştu. Dedemiz ekmekle yoğurdu yedikten sonra Muammer Amcanın gözlerine bakarak kallavi bir küfür savurmuştu ve ardından da “Bula bula bu ekşi yoğurdu mu buldun” demişti, ama gönlü yüce Muammer Amca hiçbir şey dememişti.
Bir de terzi Turgut Amcamız vardı. Bir söküğümüz olunca ona giderdik. Eskiden kumaş alırdık, terzilere verirdik, bize pantolon dikerdi. Hep Rahmetli Turgut Amcaya giderdik pantolon veya ceket diktirmeye. Hatta dedemin de terzisiydi Rahmetli.
Unutmadığım bir şey daha vardı; ilkokulda iken piyes düzenleyecektik. Öğretmenimiz bizim evde daktilo olduğunu bildiği için piyes metninin daktilo edilmesi görevini bana vermişti. O kadar çok sayfayı ben nasıl yazabilirdim ki? Komşumuz Vildan Teyzenin oğlu vardı. Şu an adını hatırlayamayacağım, komşuluk hakkı için bir gece o metinleri yazmak için uykusuz kalmıştı.
Benim çocukluğumda Ramazanlar uzun günlere denk gelmişti. Benim de az çok Kur’an okumuşluğum vardı. Onun için komşular benim mukabele okumamı istemişlerdi. Ben hem sabah hem de öğlen olmak üzere iki mukabele okumuştum. Ben okuyordum komşu teyzeler takip ediyordu. Allah’a şükür alnımın akıyla mukabeleyi bitirmiştim. Hiç unutmam Müzeyyen Teyze vardı, İnebolulu. Rahmetli Ali Amcanın eşi. O bana o zamanın parasıyla büyük bir para vermişti zorla. “Sen, her gün evime geldin, evime bereket getirdin, bu senin hakkın” diyerek zorla cebime sokuşturmuştu parayı.
Komşuluk o zaman çok farklıydı. Herkes birbiriyle samimi, birbirinin derdini soran, derdiyle ilgilen, sevincine ortak olan bir komşuluk ilişkimiz vardı.
Öyle ki, yazları hafta sonları konu komşu herkes bir şeyler hazırlardı ve bizler Samatya sahiline pikniğe giderdik. Hiç kimse birbirine çekememezlik yapmazdı o zaman. Allah ne verdiyse yerdik, içerdik piknikte.
İşte böyle bir komşuluğun içinde büyümüştüm ben ama her şeyin değiştiği gibi komşuluk ilişkileri de değişmiş, dumura uğramıştı.
Şimdi bir komşu komşuya selam vermeyi bırak yüzüne bile bakmak istemiyor.
Komşuların eskisi gibi bir tebessümü yok oldu birbirlerine karşı.
Çok iyi hatırlarım Amcam Şişli’de bir sitede oturan kızının yanında vefat etmişti de, cenazesi cenaze arabası gelene kadar sitenin avlusunda beklerken, garajdan çıkan arabalardan inip de bir başsağlığı dileyen olmamıştı.
Biz eskiden komşumuzun cenazesi olsa günlerce televizyonu açmaktan hayâ ederdik. Çünkü onun acısı bizim acımızdır diye düşünürdük.
Bu zamanda komşunun komşuya tahammülü kalmamış.
En ufacık bir rahatsızlıkta hemen celallenir olduk.
Ama öyle komşular da var ki, komşunun haklarına hiç riayet etmeden onu aşırı derecede rahatsız etmekte.
Eskiden öyle miydi?
Rahmetli Anacığım komşular rahatsız olmasınlar diye bizi iyice tembihlerdi.
Şimdiki analar çocuklarına “sus” demeyi bırakın, daha fazla gürültü yapması için imkânlar bile hazırlıyorlar.
Herkesin bildiği bir hikâye vardır, Malik bin Dinar’dan. Bu hikâye bizim için çok önemli bir kılavuz olmalıdır.
Neydi hikâye?
Mâlik b. Dînâr'ın Yahudi bir komşusu vardı. Yahudi, evinin kanalizasyon çukurunu, düşmanlık olsun, diye Mâlik hazretlerinin odasının arkasına yaptı. Odadan içeri sızıntı oluyor, pis koku çok rahatsız ediyordu.
Mâlik b. Dînâr, her gün sızıntıları temizler, pis kokuyu giderici güzel kokulu şeyler yakardı. Yahudi, Mâlik b. Dînâr'ın rahatsız olduğunu anlıyordu. Fakat şikâyete gelmemesine hayret ediyordu.
Mâlik b. Dînâr'ın yerine kendisinin sabrı taştı. Mâlik b. Dînâr'ın evine geldi. Pis kokuyu duyunca dedi ki;
"Ey Mâlik! Bu koku ne?"
"Burada kokulu şeyler yakıyorum."
"Hayır, bu koku kanalizasyon kokusudur. Bak duvardan sızıyor. Ne diye bana söylemiyorsun?"
"Eğer söyleseydim, sen üzülebilirdin. Bizim dinimizde, komşuyu üzmemek ve ondan gelen eziyetlere katlanmak vardır. Komşuyla kavga ve gürültü etmek yoktur."
Yahudi bu sözler karşısında sarsıldı. Dedi ki:
"Ben bugüne kadar İslâm dinine düşman idim. Şimdi İslâmiyet'e hayran kaldım. Böyle güzel ve tatlı hükümler ancak hak olan bir dinde bulunur. Ey Mâlik, müslüman olmak için ne lazımsa derhal yapmaya hazırım."
İşte bizim dinimizin komşuluk ilişkileri böyle Yahudi’nin Müslüman olmasına vesile olurken şimdiki komşuluk ilişkileri ne hale geldi, düşünün?
Komşuluk ilişkileri yeniden gözden geçirilemez mi?
Her şey bizim elimizde.
O eski komşulukları yaşamak, eski komşulukların sıcaklığını hissetmek bizim elimizde.
Önce kendimizden başlamalıyız.
Hiç olmazsa komşularımıza bol bol selam verelim.
Bir tabak yemek götürelim evlerine.
Biraz muhabbet edelim kapılarını çalarak ve onları da evimize davet edelim.
Sadece bayramlarda birbirimize gitmeyelim. Fırsat buldukça yanlarına gidelim, dertleşelim, muhabbet edelim.
Her zaman komşularımıza duacı olalım.
Bir acısı varsa ilk koşan biz olalım.
Bir mutluluğumuz varsa, o mutluluğun bir parçası da komşumuz olmasını isteyelim.
Zaten tüm güzel hasletlerimiz bir bir giderken, en önemlisi olan komşuluğu da zamanın çarkında eritmeyelim.
Gün gelir, komşunun külüne değil gülüne de gülücüğüne de muhtaç hale geliriz.
Komşuluk da Kalmadı
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.