Komplocu kafa’dan oldum olası korkarım; ancak en fazla korktuklarım, sonradan olma ‘acemi komplocular’ ile komplocu olduklarını fark etmeyenlerdir...
Geçen hafta ilginç bir ‘terör olayı’ yaşadık. Libyalı biri Topkapı Sarayı’nı gerçek bir film platosuna çevirdi; boynundaki fişekler ve omuzundaki tüfeklerle Rambo filmlerindekine benzer bir komando görüntüsündeydi eleman; etrafa kurşun yağdırdı da yağdırdı...
Öldürüldüğü ve arkasında bir açıklama da bırakmadığı için eylemin sebebini hiç öğrenemeyeceğiz...
Ben kaçırmışım, Milliyet’te Aslı Aydıntaşbaş sebebi açıklamış; kaçırdığımı ertesi gün aynı gazeteden Kadri Gürsel’in sütununda yakaladım. “Saldırının simgeleri hakkındaki en net yorumu da yine geçen perşembe günü Milliyet’te Aslı Aydıntaşbaş, ‘Başar Esad’dan mektup var...’ başlıklı yazısında yaptı” diyor Gürsel. Osmanlı’nın kalbi Topkapı’nın hedef seçilmesiyle Esad’ın Osmanlıcılık eleştirileri arasında kronolojik ilişki kuruyormuş Aydıntaşbaş ve bu olayın ardında Suriye olduğu öngörüsüyle ne mesaj vermek istediğini açıklıyormuş:“Geri dur, Osmanlı hayalinden vazgeç, yoksa ülkeni kana bularız.”
Sütun arkadaşından bu alıntıları yaptıktan sonra kendi görüşünü de açıklamış Kadri Gürsel: “Doğrudur, ‘Osmanlıcılık ideali’ne vurarak bir mesaj verilmek isteniyorsa Topkapı’dan daha büyük manada simgesel bir hedef bulunamaz.”
Hiçbir bilgi ortada yokken, sadece “Bu eylemden en fazla kim yarar sağlar?” sorusuna cevap teşkil edecek biçimde bir akıl yürütmeyle “Olsa olsa Esad adına yapılmıştır” sonucuna varılmış... Libyalı’nın, eylemi, ülkesinde olanlar yüzünden Türkiye’yi suçladığı için yapmış, Topkapı Sarayı hedefini de tesadüfen seçmiş olabileceğini hiç hesaba katmadan...
Nicedir şöyle doğru düzgün bir ‘komplo teorisi’ okumamıştım; iki nümunelik yazı günümü gün etti. Özellikle de basında biraz farklı yorum yapan veya olana değişik açılardan bakan herkese “Komplocu” diye saydırdıkları için bu iki yazar, yeni zihin yapılarını herkes görsün istedim...
Çok değil üç yıl önce ‘komplocu’ yaklaşımları yerin dibine batırıyordu Kadri Gürsel... Aslı Aydıntaşbaş ise 1 Mart tezkeresi (2003) döneminden beri kınama amacıyla çok sık kullandı ‘komplo’ ve ‘komplocu’ ithamlarını...
Kadri Gürsel Saakaşvili hâlâ ülkesini yönetmeye devam ettiği için unutulmasını isteyeceğini tahminde zorlanmadığım ‘İdiokrasi kurbanı Gürcistan’ adlı yazısında (17 Ağustos 2008) bakın neler yazmış: “Komplosever zihnin büyük zaafı bu olayda da sırıttı. O zaaf bilgiye ihtiyaç duymamaktır. Komplosever, ortada analiz edilecek bir sonuç varsa, 'Bundan en çok kim fayda sağlar?' diye sorar kendine ve akla yatkın görünen nedenler uydurur. Komploseverin ikinci zaafı ise olayların gelişiminde hataya ve ahmaklığa şans tanımamasıdır. Ona göre tarihte her şey 'menfaat teorisiyle', bir başka deyişle akıl ve mantıkla açıklanabilir. Oysa tarih, insan doğasındaki ahmaklık, gaflet ve kendini bilmezlik ile maluldur.”
Üç yıl önceki bu suçlaması şimdilerde yazdığı (4 Aralık) “Akıllı deli” başlıklı yazısında sergilediği yeni zihniyet yapısına tamı tamına oturuyor. Oturmuyor mu?
Toplumsal ve siyasal merkezin değişmesinden sonra medyanın da merkezi artık değişiyor. Bugün insanları diri tutan ortak değerlerin hepsini eşit ağırlıkla sahiplenen sağlıklı bir toplumsal merkezimiz ve aynı değerleri her seçimde biraz daha kalabalık biçimde siyasete taşıyan bir merkez parti var; geçmişte ‘merkez’ denildiğinde akla gelen toplumsal katmanlar ile siyasi partilerin büyük bölümü tarihe karıştı.
Merkezden uzak düştüğü için CHP ne yapacağını bilemiyor; vaktiyle ‘merkez medya’ diye bilinen gazeteler ile yazarlar da başkalarını eleştirirken kullandıkları argümanlara kendilerini muhatap edecek bir perişanlık sergiliyor. 'Merkez’ ayaklarının altından kaydığı ve işlerine böylesi uygun geldiği için sonunda ‘komplo teorileri’nden medet ummaya başladılar.
İbretlik bir durum hakikaten...