Balkan Harbi’nde (1912) bu coğrafyadan bir yerin Sırpların eline geçtiği haberi İstanbul’a ulaşınca, ünlü paşalardan birinin “Yok devenin başı, bari Edirne düştü deseydin” tepkisini verdiği bilinir. Gelmeyince anlaşılmıyor: Kosova’daki Prizren’in pek çok yönden Edirne’den ve Artvin’den farkı yok...
İstanbul’dan Artvin İstanbul’dan Prizren’den çok daha uzak; İstanbul’da yaşayan buralı bir tanıdığım, “Kafam estiğinde otomobile veya motosiklete atlayıp bir-iki günlüğüne bile geliyorum; altı-üstü bin kilometre” dedi bana. Uçakla iki saatten kısa sürede buradasınız; hem de promosyonlu gidiş-dönüş 40 Euro’ya...
Prizren benim köklerimin bulunduğu yer; dede-ocağım... Bir zamanlar Osmanlı’nın 30. Redif Fırkası’nın bulunduğu Pürzerrin Vilayeti burası... Şimdilerde Kosova Cumhuriyeti adıyla pek çok ülke tarafından bağımsızlığı tanınan küçük bir bölgenin kalbi. Kalabalık Priştina başkent, ama Prizren çoğulcu yapısıyla ülkenin kültür başkenti...
Dedelerim Balkan Harbi şoku sonrasında Türkiye’ye gelmeye karar vermişler; en yakın akrabaları bir daha görmemeyi göze alarak... Uzun Yugoslavya döneminde buralardan kalkıp gelen pek az akrabamız oldu; çoğu çoktan Türkiye’ye yerleşmişti bile... Şimdi ise Türkiye’dekiler buralardaki, Prizren’dekiler de Türkiye’ye göçmüş akrabalarını bulmak için özel çaba sarf ediyor.
Sait Dayco Prizren’in en bilinen ailelerinden... Babası Zeynel Bey, 1960’larda Türkiye’yi ziyarete gelmiş, ‘kardeş-çocuğu’ dediği babamı ve bizleri bulmuştu. Kentin en eski bölgesinde, birkaç yüzyıllık aile evinde yaşıyor Sait Bey... Uğradığımızda mükellef masayı kurulmuş buluyoruz. Ana yemek annemin gözağrısı ‘Elbasan tava’...
Fahrettin Baymak’a Arnavut’un ‘pırasa’ hikâyesini bir daha anlattırıyorum: Hani bizde mükellef yemeğin sonunda “Vallahi pırasa bile olsa yemem” dediği söylenir ya; aslında zengin bir sofrada iyice doyunca hâlâ devam etmesi yolunda baskı altında tutulan Arnavut, kendi dilinde “Çatladım” anlamına “Pünasa” demiş de yanlış anlamışlar...
Bir diller meşheri burası; Balkanlar’da geçerli her dili konuşuyor çoğu insan... Eskiler, “Bizim zamanımızda Gavurlar bile Türkçe konuşurdu” demeyi seviyor...
Türkiye’yle ilişkilerin yeniden iyileşmesi buranın insanlarına yaramış. Başbakan Tayyip Erdoğan Kosova’ya birkaç kez gelmiş, her seferinde hayranlarının sayısı artmış... Bir keresinde Sinan Paşa Camii’ni ziyaret sonrası köşedeki eve kahve içmeye uğramış; evsahibi babamın bir başka yakın akrabası çıkmasın mı?
Muhammed Kantarcı’nın evine sonrasında her Prizren’e gelen resmi ziyaretçi uğramaya başlamış: Bülent Arınç... Bekir Bozdağ... Muhammed Bey onların fotoğraflarını da bizim ailenin bende bile bulunmayan fotoğraflarıyla birlikte albümünde saklıyor...
Kosova’da Kurban Bayramı resmi tatil. Bizi Priştina Havaalanı’nda karşılayan akrabamız Dr. Hüsniye Hanım, “Bizde erkekler bayram ziyaretine gider, kadınlar evde ziyaretçileri bekler” diye özetledi âdetlerini... Gerçekten de hem Sait Dayco’nun hem de Muhammed Kantarcı’nın evleri ‘çat kapı’ ziyaretlere açıktı.
Şadırvan’ı, Taşköprüsü, hamamı, tabakhanesi ve tabii camileriyle Prizren tam bir Osmanlı kenti. Hamam istikametinden gelip Taşköprü’den Şadırvan’a ve oradan 1615’te inşa edilmiş Sinan Paşa Camii’ne doğru yürürseniz, omuz omuza bir gençler kalabalığıyla karşılaşıyorsunuz. Ama nasıl bir kalabalık, anlatamam... Gençler geceleri bu bölgede ‘piyasa’ yapıyorlar.
Etrafta cazip kafeler olmasına rağmen yürümeyi tercih etmesi gençlerin dikkatimi çekti; Sait Bey “Paraları olmadığı için” gerekçesiyle karşıladı merakımı...
Hüsniye Dayco’nun iki kızı kendisi gibi doktor olma yolunda; üçüncü kızı henüz lisede, ama onun gözü güzel sanatlarda... “Tiyatroda oynuyorum” dedi bana. YÖK’ün her yıl ilân ettiği yabancı öğrenci kontenjanı arasında güzel sanatlar bölümlerinin bulunmayışını bir eksiklik olarak görüyor.
Diziler burada da gündemde. Bizim kanallar sürekli izleniyor.
Bölgeyi Osmanlı Balkan Harbi’nde kaybetmiş olabilir, ama burada yaşayan insanların kalpleri hâlâ bizimle...