Glasnost ve perestroyka günleri.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılıp Türki cumhuriyetlerin özgürleştiği, kan ve zulüm üzerine inşa edilmeye çalışan sosyalist ideolojinin çöktüğü, Lenin ve Stalin heykellerinin yerlerde süründüğü günler.
Karadeniz’in karşı sahilinde kalp şeklinde yarımadanın, kara talihli halkına bahar muştusu olan ‘avdet’ günleri.
1991 yılının sonbaharında Kırım müftülüğünün daveti üzerine, başkent Akmescit’ten 200 km içerde Eski Kırım’da inşa edilmiş medresede üç ay boyunca tatar balalarına temel dini bilgiler öğretmek için bulundum.
Mevlitlere, toylara, toprak mitinglerine katıldım.
Görevimiz, 45 yıllık sürgünde yurtlarından, değerlerinden, akrabalarından uzakta, vatan hasretiyle yanıp tutuşan Kırım tatarlarının, kendi topraklarında özgürce inançlarını yaşayıp, kültürlerini yaşatabilmeleri için, camilerinde ezan okuyacak, cuma kıldıracak, cenazelerini kaldırıp dini merasimlerini ifa edecek imamlar yetiştirmekti.
O günlerde gezdim köşe bucak Cennetin yeryüzündeki sürgün adasını. Bahçesaray, Akmescit, Gözleve, Yalta, Aluşta, Sivastopol; sanki Anadolu’nun bir parçası, Sinop’tan zorla koparılmış karşı kıyıya monte edilmiş gibi.
Tarihi, dilleri, ağıtları ve türküleri ile bizi çağıran, bizi bekleyen mahcur, mazlum, mağdur ikiz kardeşlerimiz.
“Aluştadan esken yeller yüzüme vurdu
Balalıktan ösken evge köz yaşım düştü
Men bu yerde yaşalmadım yaşlığıma toyalmadım
Vatanıma hasret kaldım ey güzel Kırım
Bala çağa vatanım dep köz yaşın döker
Kartlarımız emenç yayıp dualar eder
Men bu yerde yaşalmadım yaşlığıma toyalmadım
Vatanıma hasret kaldım ey güzel Kırım”
Dünya çapında en meşhur kültürel eserinin bile adı ‘gözyaşı çeşmesi’ olan, tarihi işgallerle, tehcirlerle, sürgünlerle anılan, İsmail Gaspralı, Cengiz Aytmatov, Cengiz Dağcı, İlber Ortaylı gibi edebiyat, sanat ve fikir adamları yetiştiren güneyimizdeki kuzey; Kıbrıs adası gibi, Kuzeyimizdeki güney; Kırım yarım adası.
O günlerde tanımıştım sürgünün çilesini yüz hatlarında taşıyan, geçmişi halkının tarihiyle özdeşleşmiş, sürgünle çıktığı hayat yolculuğunu zindanlarla, işkencelerle, çile ve ıstırapla doldurmuş, mücadele adamı, mücahid, muvahhid, Kırım halkının doğal lideri ve Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) Eski Başkanı Mustafa Cemil Kırımoğlu’nu.
Kıymetli dostum, duayen gazeteci, dış politikayla ilgili enteresan tespit ve tahlilleri olan Ömür Çelikdönmez köşesindeki son yazısında eski adıyla Cemiloğlu’nu CIA’ye monte etmeye çalışmış. Tanıdığım, sevdiğim ve gıpta ettiğim bir lider olduğu için üzüldüm, içlendim ve onun için bu yazıyı yazmaya karar verdim.
“Mustafa Cemiloğlu ‘tam bağımsız Kırım’ istemiyor, Kırım’ın Ukrayna toprağı olduğu iddiasını sürdürüyor, çünkü maaşını ABD Senatosu ödüyor.”
“Cemiloğlu Kırım Tatar Türkleri davasına destek vermek istiyorsa, CIA ile dansına bir son vermeli ve Kırım Tatar Türkleri başta olmak üzere Kırım halkının 2014 yılının başında referandum ile Rusya Federasyonu’na katılma kararına saygı duymalı.”
Bu subjektif ifadeler hilafı hakikat olmaktan öte Rus diasporasının estirdiği rüzgâr gibi geliyor kulağa. Her şeyden önce bu; 1944’te Stalin’in emriyle bir gece vakti, hayvan taşınan vagonlara doldurularak, bir aydan fazla sürecek yolculuğa çıkarılan, direnenlerin bulundukları yerlerde infaz edildikleri tehcir ve soykırımı görmezden gelmektir.
45 yıl sonra imkan bulanların kaçak yollarla döndükleri yurtlarında yabancı ve azınlık oldukları bir ortamda, silahların gölgesinde yapılan referandum, Rusların ‘megola ideası’ olan sıcak denizlere inme politikasını gölgelemeye yetmez.
Şu ifadeler benim kadar Ömür Bey’in okurları arasında da büyük hayal kırıklığına sebep olmuştur: “Türkiye için FETÖ ve PKK’lı teröristler ne ise Rusya ve Kırım Cumhuriyeti için Mustafa Cemiloğlu ile Rıfat Çubarov da odur.”
Bu yazının yayınlandığı gün aynı yayın organında Dimitri Kherson da; Mustafa Cemiloğlu ve Rıfat Çubarov’un, Kırım Tatarlarının çıkarlarına ihanet ettiği ve Cemiloğlu’nun fetöyle beraber hareket ettiği iddialarını ortaya attı.
Aynı yazıda devamla: “KTMM, kendi halkı da dâhil olmak üzere tüm Kırım sakinlerine zarar verme arzusuyla yanıp tutuşan “Ukraynalı Naziler” ve terör örgütleriyle bir araya geldi.” iftirasına da imza attı.
Ömür Bey; Kırım Tatarları’nın karşılarında muhatap olarak Rusya’nın olmasını reel politiğe uygun ve barış orijinli olarak değerlendiriyor. Bu durumun Kırım Tatarları’nın menfaatine olduğu kadar Ankara - Moskova ilişkileri açısından da pratik ve faydalı olduğu kanaatini dile getiriyor.
Bu görüş Türk dış politikasına aykırı olduğu gibi bölge jeopolitiğine de terstir. ABD ve batıya karşı yıllardır olduğu gibi teslimiyetçi bir ruhla Rusya’ya yanaşacaksak haklı olabilir. Bilakis bir denge politikası güdeceksek elbette tam tersi olmalı.
Bırakalım Kırım Tatarları ile tarih, dil, kültür ve soydaşlığı bir kenara; emperyal Rus hedeflerini göz önünde tutarak bakalım; Kırım’da güçlü bir rakiptense zayıf rakibi tercih etmeliyiz.
Eğer Kırım’ın özerkliği ve bağımsızlığını gerçekten destekliyor, soydaşlarımızın ekonomik, kültürel ve siyasal refahını istiyorsak yine Rusya yerine Ukrayna olmalı değil mi?
Önce şu tespiti yapalım; Rusya’nın Kırım’ı ilhakı hukuksuz bir işgaldir. Yapılan referandum işgal altında ve iki yıl sonra yapılmıştır. Bu ilhaktan sonra Müslüman Tatarlara baskılar, işkenceler, faili meçhuller, gözaltı ve hapisler artmıştır.
Değerli dostum Ömür Bey bir başka yazısında da “Dilde, fikirde, işte birlik” fikrini işleyen Kırımlı düşünür İsmail Gaspıralı’yı da İngilizlere yamayıp, Abdulhamid ve Osmanlı muhalifi ilan etmişti.
Cemiloğlu’ndan bir anı
Hasan Celal Güzel merhum anlatmıştı. Başbakanlık Müsteşarlığı döneminde Mustafa Cemiloğlu’nun da içinde bulunduğu bir kafileyle hacca giderler. Medine ziyaretini tamamlayıp kara yolu ile Mekke’ye geçerler. Mekke hareminin sınırlarında teftiş noktası vardır. Yol kenarındaki tabelada ‘Only Muslims’, ‘Memnu u duhuli gayri müslimin’ yazısı gözüne takılır Cemiloğlu’nun. Arabayı durdurur, hıçkırıklarla yere kapanır. Bir müddet sonra Güzel müdahale eder ve ne olduğunu merak eder. Kendine gelince şöyle cevap verir: “Yeryüzünde Müslümanların ayrıcalıklı olduğu bir yer varmış, ne büyük bir şeref, ne büyük nimet, şükürler olsun” der.
Not: Bu yazı bir hafta önce yayınlanacaktı, ancak Ömür Çelikdönmez’in muhterem valideleri Naile teyzenin vefatı sebebiyle bugün yayınlanmıştır. Merhumeye Allah’tan rahmet, Ömür Bey ve ailesine sabırlar dilerim.