Sel felaketi sonrası Şavşat’ta Başbakan Sayın Erdoğan’ı görmek isteyen 200 kişilik bir grup vatandaş “hükümeti protesto etmek için” toplanmış. Meydanda Deniz Feneri yardım aracını gören vatandaşlar, bizim hiçbir vatandaşımıza yakıştıramayacağımız bir eylem yaparak aracımızın üstüne yakışıksız yazılar yazmışlar.
Gözünü siyasi ihtiras bürümemiş, akıl tutulması yaşamayan hiç kimse dünyanın neresinde olsa bu saldırıyı tasvip edemez.
Türkiye dışında 47 ülkeye yardım götürmüş ve milyonlarca dolarlık emaneti deprem, kıtlık, kuraklık gibi afetler sonrası her renkten insana ulaştırmış Deniz Feneri ekipleri böyle bir tablo ile hiç karşılaşmadı.
Şavşat’ta yaşananlardan bazı siyasilerin birinci derecede sorumlu olduğu anlaşılıyor.
İdeolojileri akıllarını örtmüş kişiler bu çirkin tavırları sergileyebilirler ama ona seyirci kalan kalem sahiplerine ve medyamıza ne demeli?
Haber merkezlerine, Deniz Feneri aracına saldıran kişilerin CHP’li vatandaşlar olduğuna dair bilgiler ulaştı.
Şavşat’ta yaşanan çirkin saldırının yankıları devam ederken Giresun’da da şiddetli yağışlar sonucu sel baskınları yaşandı.
Deniz Feneri ekipleri Giresun’da sabahın erken saatlerinde sıcak yemek dağıtımı yaptı. CHP’li Belediye Başkanı yemek dağıtımına zabıta desteği verdi. Aradan bir gün geçti. CHP İstanbul il Başkanı basın mensuplarını İstanbul’da bulunan CHP’li belediyelerden nasıl destek gönderdiklerinin bilgisini verirken önemli bir ifşaatta bulundu.
Gürsel Tekin şunları söylüyordu:
“Karadeniz'in onurlu insanları iktidara teslim olmadılar, sele de teslim olmazlar. Daha dün Artvin'in onurlu insanları Deniz Feneri Derneği'ni Artvin'den kovdu. Giresun halkı da iktidarın kendisine reva gördüğü zulmü unutmayacaktır.” (Birgün, 29.07.2009)
Tekin, bu açıklaması ile Şavşat’ta Deniz Feneri’ne yapılan saldırıya sahip çıkıyor, destek veriyor, saldırganların CHP’li olduğunu ima ediyordu. Öte yandan Giresun’da Deniz Feneri’nin yardım dağıttığından, tespit çalışmalarını sürdürdüğünden ve başka yardımlar için hazırlık yaptığından hazırlıksız görünüyordu.
Şavşat’ta olanlar sağduyu sahibi herkes derin üzüntüye gark eder. Nitekim Şavşat’tan arayan bir muhtar da olanlara isyan ediyor, Şavşatlılar adına üzüntülerini iletiyordu.
Deniz Feneri Derneği yönetimi, uzun süre elinde kırmızı bir dosya ile meydan meydan dolaşan Deniz Baykal’ı ve CHP’yi dava etmişti. “Elinizde belge varsa savcılara teslim edin, derneğimizi siyasi malzeme yapmayın” çağrısında bulunmuştu.
Baykal adına avukatı mahkemenin ilk duruşmasında ağız değiştirip, “Biz Türkiye Deniz Feneri’ni suçlamıyoruz” demişti.
22 Temmuz’da görülen ikinci duruşmada ise Deniz Feneri’nin avukatı Baykal’ı samimiyetini ispat için yemin etmeye davet etti. Mahkeme devam ediyor.
Şavşatlı bir grup CHP’li, partilerini ve Genel Başkanlarını dava eden Deniz Feneri’ni duygusal olarak takibe almış görünüyorlar.
Dernek, saldırganlar hakkında dava açıyor. İlgili kişiler, kamu yararına çalışan bir derneğin aracına zarar vermekten ve görevlileri tehdit etmekten, yardım dağıtımını engellemekten dolayı mahkemede hesap verecekler.
Şavşat konusunun özü bizce bundan ibaret. Bütün Şavşatlıları Deniz Feneri’ne tepkili gibi görmek haksızlık olacaktır.
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna Şavşat haberlerinden yola çıkarak Deniz Feneri Derneği’ne ağır hakaretlerde bulundu:
“Sizden yardım istemeyen, dahası, aracınıza saldıran insanlara niçin, “Ne haliniz varsa görün!..” demiyorsunuz? Babalar evlatlarının “nankörlüğüne” tahammül edemezken, hiç tanımadığınız insanların “nankörlüğüne” niçin tahammül ediyorsunuz? Bu nasıl yardım aşkıdır Allah aşkına?! Nasıl bir takvadır ki bu, gördüğünüz muamelenin etkisiyle pire için yorgan yakacağınıza, yollara “yorgan” döşeyip “yardıma” koşuyorsunuz?” (Yeni Şafak, 27.07.2009)
Bunun nasıl bir aşk olduğunu derneğin bugüne kadar yardım ulaştırdığı milyonlarca mağdur insana sormak lazım. Aynı soruyu gecesini gündüzüne katarak, özel aracını kullanarak, yakıtını kendi cebinden karşılayarak yardım çalışmalarına destek veren onbinlerce deniz feneri gönüllüsüne sormak gerek.
Derneğe 11 yıldan beri bağış yapan yaklaşık bir milyon insan da aynı aşkla yanmış olmalı ki, bunca yıldır iyiliğin adresi olarak gördüğü Deniz Feneri’ne “canının yongası”nı emanet ediyor.
Salih Tuna, “Yardımlaşma faaliyetleri nihayetinde “gönül” işidir; veren el için de, alan el için de. İşin içine herhangi bir şekilde “gönülsüzlük” girmişse, kimseye “hayr” gelmez o işten” diye yazmış.
Biz de aynen onun gibi düşünüyoruz.
Öyle olduğu için 1 Eylül 2008 tarihinde Almanya Deniz Feneri e.V. isimli kuruluşun davası görülmeye başladığından bugüne kadar 10 aylık sürede derneğe 100 000 (yüz bin) hayırsever ayni ve nakdi bağış yapmış. Hem de bunca iftiraya, bunca aleyhte yayına rağmen. Tam bir gönül işi yani. Yine aynı zaman diliminde 200 000 ihtiyaç sahibi vatandaşımıza yardım ulaştırılmış.
Ayrıca, 1 Ocak 2009- 30 Haziran 2009 tarihleri arasında, 31 000 hayırsever vatandaşımız Deniz Feneri’ne toplam 40 000 defa bağış yaparak, iftiralara inanmadığını göstermiş. Yine bu yılın ilk altı ayında 79 200 vatandaşımıza 23.566.203 TL’lik ayni ve nakdi yardım ulaştırılmış.
Tuna doğru söylüyor bu bir gönül işi, aşk işi.
Deniz Feneri’ni yazmadığı için Tuna’yı okuyucuları eleştiriyor, hatta hakaret ediyormuş.
O da oturmuş yazmış. Hem de bir yazmış, pir yazmış:
“Gelgelelim “Şüyu'u vuku'undan beter!” diye de bir deyim var. Dolayısıyla, hiçbir şey olmamış gibi yola devam edilemez. Çünkü hiçbir şey olmamışsa da, imaj bakımından “dava” kaybedilmiştir.”
Yazar bununla da kalmıyor. Yazısına aynı zamanda başlık yaptığı cesur, aynı ölçüde haddini aşan cümleyi kurarak tüm yazdıklarına tüy dikiyor:
“İyilik ve insanlık adına, şu Deniz Feneri Derneği'ni artık kapatın!.. demek istiyorum.”
Buyurun cenaze namazına!
En zor döneminde, Eylül 2008 – Haziran 2009 arası 100 000 iyilikseverin bağış yaptığı ve fiili destekleri ile “Biz Deniz Feneri’ne yapılan iftiraları kabul etmiyoruz, derneğimize sahip çıkıyoruz” diye haykırdığı bir yardım kuruluşuna, “Kapatın şu derneği” demek ne anlama geliyor?
Aynı dönemde Dernek tarafından 200 000 insanımıza yardım yapıldığı, problemlerinin çözüldüğü hatırlandığında Salih Tuna’nın kimin ya da kimlerin değirmenine su taşıdığını sormak hakkımız değil mi?
Bu kadar incitici bir yazıyı Yeni Şafak Gazetesi’nin yayınlayabilmiş olmasına ne demeli?
Esasen ben yazara ve gazete yönetimine söyleyecek söz bulmakta güçlük geçiyorum; onlara kızamıyorum ama çok üzülüyorum.
“Yüzyılın iyilik hareketi” ünvanını fazlasıyla hak etmiş, bir takım çevrelerin ticari ve siyasi hesaplarına malzeme yapılmak istenen Deniz Feneri Derneği’nin bu kadar hırpalanması karşısında desteği beklenen “mahalle sakinleri”nden “derneği kapatın” çağrısı gelmesi, insana, “Kendi kalesine gol atmak” deyimini düşündürüyor.
Haksız mıyız?