Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, hükümet tarafından gerçekleştirilmek istenen 'yargı reformu' konusunda olumsuz düşünüyor; "Yürütme yargıyı kuşatmaya çalışıyor" cümlesiyle açıkladı rahatsızlığını... Başbakan Tayyip Erdoğan'dan cevap gecikmedi; o da yargının yürütmeyle yasamayı kuşatmak istediği şikâyetini paylaştı kamuoyuyla...
Birine göre hükümet yargıyı kuşatmak istiyor, diğeri ise esas kuşatmanın yargı tarafından yapılmak istendiği görüşünde...
Hangisi doğru? Bana en makul gelen görüşü anayasa hukuku hocası Prof. Mustafa Erdoğan TRT-1'de 'Politik Açılım' programında dile getirdi. Dediği şu: Darbelerle oluşturulan sistem bütün kuvvetleri farklı bir kurumla kuşatmış durumda... Yürütmenin (hükümet) üstüne Milli Güvenlik Kurulu (MGK) konulmuş; yasama organı ise Anayasa Mahkemesi tarafından sınırlandırılmış; yargının kendisi de unutulmamış, onu da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) himmetine bağlamışlar...
Ne diyorsunuz?
Her vesileyle dillendirdiğim "Türkiye'de yürürlükte olan ve şu sıralarda değişime tâbi tutulan düzen 27 Mayıs (1960) darbesinin ürünüdür" teziyle fena halde çakışıyor Prof. Erdoğan'ın tespiti... 27 Mayıs'a kadar ülkemizde eni-konu bir demokrasi ve ona uygun kurumlar vardı. Çok partili döneme geçeli fazla bir zaman olmamıştı, ama 'kuvvetler ayrılığı' ilkesi yerini tahkim edeceğe benziyordu.
TBMM'nin en görünür yerinde asılı "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" düsturu işliyordu.
27 Mayısçılar önce o düsturu tırpanladılar. TBMM'nin alnında yazısı hâlâ duruyor, ama düstur olarak yer aldığı anayasa maddesi çoktan değiştirildi. 27 Mayıs'a kadar, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, millet egemenliğini seçilmiş temsilcileri eliyle kullanır" biçiminde korunan bu özellik, darbecilerin yazdığı 1961 Anayasası'ndan itibaren şu şekle sokuldu: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; Türk milleti egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır."
İyi mi?
'Yetkili organları' tahmin etmek hiç de zor değil: MGK, Anayasa Mahkemesi, HSYK ve benzerleri...
1980 yılına kadar Millet Meclisi yanında Senato vardı, 12 Eylül (1980) darbesini yapanlar "Artık ihtiyaç yok" diye düşündükleri için kaldırıldı Senato... Anayasa Mahkemesi ikinci bir Meclis veya Senato yetkileriyle donatılmış durumda... Başörtüsü yasağını kaldıran anayasa değişikliğini iptal kararı verirken, anayasada yer almayan (hatta anayasanın ilgili maddesinin 'Yapamaz' diye özellikle belirttiği) bir yetkiyi de kullanabildi Anayasa Mahkemesi...
Yasama organı olan ve seçilmiş milletvekillerinden oluşan Meclis bir yasa çıkardığında Anayasa Mahkemesi onu iptal edebiliyor; karmaşık bir atama sistemiyle üyeleri belirlenen Anayasa Mahkemesi ise her konuda son sözün sahibi... Anayasa Mahkemesinin kararlarını düzeltecek başka bir merci yok sistemde...
HSYK'nın kararları da öyle; onun kararlarını da yargıya götüremiyorsunuz...
MGK kararları için anayasa 'temenni niteliğindedir' diyor ama, 28 Şubat'ta yaşandığı üzre askerlerin sahip çıktığı kararları siviller hele bir uygulamasınlar bakalım?
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) diye bir kurum daha var anayasada, oradan çıkan kararların da temyiz mercii yok...
Şimdiye kadar anlattıklarımdan "Yürütme yargıyı kuşatma çabasında" diyen Yargıtay Başkanı Gerçeker mi, yoksa "Yargı yürütme ve yasamayı kuşatma niyetinde" diyen Başbakan Erdoğan mı gerçeğe daha yakın duruyor?
Hazırlıkları süren 'yargı reformu'nda en fazla gürültü koparan değişiklik, yüksek yargı organlarına üye olacakların atama yerine seçimle işbaşına gelmesi... Yüksek yargıya atanacak üyeleri Meclis seçecek çünkü... "Meclis kapısı torpil için gelen hakim ve savcılarla dolup taşar" itirazı geliyor yargıdan...
ABD başta olmak üzere neredeyse bütün Batı ülkelerinde yüksek yargı Meclisler tarafından şekillendiriliyor oysa... Sıradan davaların savcılarını halk seçiyor ABD'de... Halkın doğrudan veya seçtiği temsilcileri eliyle oluşan yargı böylece halka karşı hesap verir hale geliyor. Bu sistem yargının daha az hata yapmasını, yapılan hataların daha kolay telâfisini mümkün kılıyor.
"Partizanlaşır yargı" demeyin sakın, çünkü bir tek bakanın bir seferinde beşbin hakim ve savcı atadıktan sonra, atananların ideolojik bağlarına itiraz edenlere, "Ben CHP'liyim, ne yani MHP'lileri mi atayacaktım?" örneği belleklerde taze... Başka ülkelerdeki örnekler gösteriyor ki, Meclisler aşırı politize adaylara yargıda geçit vermiyor...
'Kuvvetler ayrılığı' ilkesinin yürürlükte olduğu ülkelerde kuvvetler arasındaki ilişkiler pamuk ipliğine bağlı oluyor; o iplik de seçim mekanizmasıyla sağlanıyor. Her kuvvet kendi içerisinde bağımsızlığını sürdürürken, yetki alanına giren konularda da tarafsız davranıyor.