Kim kazandı, kim kaybetti?

xxx78

Yüksek Askeri Şura (YAŞ)'dan kim kârlı, kim zararlı çıktı? Herkesin aklı bu sorunun cevabında. Kimin önü açıldı, kimin kapandı, kim nereye gelebilecekken fırsatı kaçırdı? Ortaya çıkan tablodan hareketle yorumlar gırla gidiyor.

Doğal sayılması gereken meraklar bunlar. Neticede, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi belirlendi. Belli konuma geleceğine kendisini şartlandırmış olanlardan bazılarının önü kapandı; onların önünün kapanması başkalarının yolunun açılması demek...

Başka ülkelerden farklı olarak Türkiye'de komutanlıkların hangi isimlerle doldurulduğu önem taşıyor. Bunun sebebi, siyasi hayatımızın üzerinde asker gölgesinin varlığını hissettirmesidir. Herhangi bir önemli konuda "Asker ne düşünüyor acaba?" sorusunun sorulması âdet olmuş bir ülke burası. Komuta kademesinin nasıl oluştuğu bu yüzden önem taşıyor.

Ters gelse de yazacağım: Son YAŞ toplantısı, yaşanan olağanüstülükler sayesinde, merakı azaltabilme potansiyelini içinde barındırıyor. Siyasi hayat üzerindeki 'askeri vesayet' görüntüsünü de ortadan kaldırabilir şu son bir hafta içerisinde yaşananlar...

Daha lisede başlayan askerin hayat macerasının her durağında çok ciddi filtreler var; bu filtrelerden geçenler terfi alabiliyorlar. Generallik sonrası filtreler daha da daralıyor ve bu da farklı bir disiplin anlayışının hakimiyetini getiriyor. Her Genelkurmay başkanının yalnız kendi dönemindekileri değil kendisinden sonrasının kuvvet komutanlığı kademelerini de belirlemesi teamülü, ona, taşınması çok güç sorumluluklar yüklüyor.

Onların nasıl yerine getirilmesi zor sorumluluklar olduğunu son iki Genelkurmay başkanının görev süresinde meydana gelen olaylarda gördük. Siyasetle çatışma biraz da bu gereksiz genişlikteki sorumluluk teamülünden kaynaklanıyor.

Yasaların atama yetkisini kendilerine bıraktığı siyasilerin devreye girmesiyle gereksiz yere tek bir asker kişide toplanan sorumluluk da taşınabilir bir rahatlığa kavuşacaktır. Org. Yaşar Büyükanıt ile Org. İlker Başbuğ'un görev sürelerinin sonuna doğru daha belirgin hale gelen sıkıntılarını Org. Işık Koşaner ve kendisinden sonra gelecekler büyük ihtimalle yaşamayacak.

Asker-sivil ilişkilerinin yanlış bir zemine oturmasının faturasını bütünüyle askerlere kesen yorumcular var; oysa ilişkilerdeki çarpıklık sivillerin konuya yaklaşımıyla da yakından ilintili. Askerlerin işine karışmamak, sivillere, yerine getiremedikleri yükümlülükler için sürekli mazeret sağlıyor; ne zaman siyaseten köşeye sıkıştırılsalar, apoletlileri suçlayarak o durumdan kurtulmaya çalışıyorlar.

Daha önemli bir yanlışlık da, geçtiğimiz hafta bir emekli amiralin itiraflarında kendini belli etti. Bir döneme damgasını vuran faili meçhul cinayetlerin 'siviller tarafından askerlere işletildiği' itirafı bu. 'Cinayet' gibi bir ağır suçu askerlere işleten 'sivil', bunun karşılığında askerin vesayeti altına girmeyi kabullenmek zorundadır.

Oysa bugün konulara farklı yaklaşan bir siyasi irade var. Hükümet 'suç' teşkil edecek eylemlere devleti kapalı tuttuğu için askerden kirli işlerini görmesini de talep etmiyor. Suça itmediği askerlerden de ülkede yerleşik yasalara son harfine kadar riayet etmelerini bekliyor. YAŞ'ta yaşananlara bunu hâlâ göremeyenler sebep oldu.

Türkiye adımlarını demokratik dünyayla uyum halinde attıkça, devleti suç örgütü görüntüsünden kurtardığı gibi, askeri de asli görevleri içerisinde ve sivil iradeyle uyumlu tutmayı başaracaktır.

Böyle bir ortamda kim kaybetmiş, kim kazanmış önemli mi dersiniz?