Referandum tartışmaları birbirinden farklı birçok konuyu gündeme taşıdı. Gündeme taşınan bu konularla ilgili birçok kavram kullanıldı. Bu kavramların bu oranda kullanılması bile, başlı başına bir zenginlik oluşturdu. Konuyla ilgili tartışmalarda en çok kullanılan kavramlar şunlar olmuştur: Solcular, sağcılar, İslamcılar, askerler, politikacılar, Meclis, demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, hapishaneler, işkenceler, idamlar, ordunun konumu ve vesayeti, darbeler, ihanetler, Dersim isyanları, Maraş, Çorum olayları, pozitif ayrımcılık, çocuk hakları, işçi- memur hakları, toplu sözleşme, sendikal mücadele, grev, hak, hukuk, başörtüsü, kanun, Kürtler, aleviler, yeni anayasa, Anayasa Mahkemesi, HSYK’nın yapısı, yargıçların ve yargının özgürlüğü ve vesayeti, yargının ele geçirilmesi ya da elden kaçırılmasıdır. Bu kavramların bu yoğunlukta kullanılması bile ülkemizin geleceği adına umut vericidir.
Bu dönemde tartışmalar sadece kavramlar üzerinden yürümedi. Birçok olay ve konu da gündeme taşındı, tartışıldı. Bu tartışmalar esnasında “Malatya’nın kaysısı, Ordu’nun fındığı niye Anayasa’da yok” gibi absürtlüklerin yanında, gerçekten Türkiye’nin sosyolojisine ışık tutacak konu başlıkları da; açanların derinliğine bakılmaksızın, gündem oldu. Mesela benim en çok ilgimi Yaşar Okuyan’ın “Biz hapishanelerde yatarken, Tayyip top oynuyordu.” sözleri oldu. Çünkü bu sözler derin bir cehaleti, aciz bir inkârı ifade ediyordu. Suçlama, hırpalama, yok etme amaçlı kullanılan bu cümlenin hangi sözlerin ardından ya da hangi sözlere karşılık kullanıldığının çok da anlamı yok. Burada önemli olan sözün kapsam alanıdır.
Sözün mantığını çözebilmek için konu çeşitli şekillerde ele alınabilir.
- Hapiste yatmak, top oynamaktan çok daha önemli ve tercihe şayan mıdır?
- Yaşar Okuyan’ın zihinsel olarak büyüyebilme ihtimali var mıdır?
- Tayyip Erdoğan hep top oynayıp, Yaşar Okuyan hep hapis mi yatmıştır.
- Yaşar Okuyan’ın hapiste yatmasının karşılığı, Tayyip Erdoğan’ın top oynaması mıdır?
Bu sıralamaları komiklik olsun diye ya da felsefe yapmaya zemin hazırlamak için yapmadım. Sözün aslında ne anlama geldiğini tam olarak anlatabilmek için bu soruları sordum.
Sözü tam olarak anlayabilmek için önce sözün söylendiği zemini tespit etmemiz gerekir. Yaşar Okuyan bu sözleri; Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül darbe sürecinde yaşanan idam ve işkencelerle ilgili hatıralar, olaylar anlatması ve bunların bir daha yaşanmaması için millet olarak bir şeyler yapmalıyız demesi üzerine söyledi.
12 Eylül’e giden süreç bir tezgâhtı. Bu tezgâh artık daha aleni bir şekilde bilinmektedir. Bu konuda bugüne kadar yazılmış onlarca kitap, binlerce makale, on binlerce şahitlik ve yaşanmışlık, etrafa saçılan belgeler, bilgiler, bulgular var. Bu günkü Balyoz Darbe Planının o günkü adının “Bayrak” olduğunun yetkililer ifade ediyor, hepimiz de biliyoruz. Buna rağmen hala o günlerde toprağın altına girmek, hapiste olmak; top oynamaktan daha iyi görülüyorsa bu psikolojiye dikkat etmek lazımdır. Birilerinin planları tutsun diye; bilmediğin kişileri öldürmek ya da tanımadığın şahıslarca yok edilmek, işkencelere maruz kalmak, sakat bırakılmak, toplumun nefret edileni olmak hala övünülecek bir durum olarak görülüyorsa burada bir sorun var demektir. 30 yıl sonra bile hala yaşadığı aldatılmışlığı okuyamayan kişinin savrulduğu noktayı görmek için Yaşar Okuyan’a bakmak yetecektir. Nerelerden nerelere savruldu. Bu cümle iyi yerden kötü yere savruldu manasına değildir. Geçmişte Kemalist ulusalcılığını MHP çatısı altıda yaşarken şimdi o çatıdan yoksun, saçağını boş bulduğu her yapının altına girmektedir.
Yaşar Okuyan bu sözüyle, ülkücüler içerdeyken İslamcılar dışarıda top oynuyorlardı diyor. Bu söz ne kadar doğruydu? Evet, Ülkücüler içerdeydi; ama İslamcılar dışarıda top mu oynuyordu, burası meçhul. İşte konuşulması gereken nokta burasıdır.
1970 yılların kanlı atmosferinde İslamcılar kendilerini korumayı iyi bildiler. Bayrak operasyonunun taraflarından bir olmaktan kendilerini sakınabildiler. Bayrak operasyonunun taraflarından biri haline getirilmeleri için büyük gayretler gösterilmiş olmasına rağmen, birkaç şehitle o hengâmeden kurtulmuş oldular. O girdaptan kurtulmuş olmak, İslamcıları büyük bir oranda hapisten de kurtardı. Ülkücülerin büyük bir kısmı Mamak Zindanlarında kendilerine oynanan oyunun farkına varıp, sistemin bu kanlı çarkından kendilerini kurtarmayı başardılar. Bir kısmı ise hala vatanı kurtardığını sanıyor. Aynı durum solcular içinde geçerliydi. Bunun karşısında dışarıdaki İslamcılar top mu oynadı? İşte Okuyan gibilerin yanıldıkları nokta burası. Mesela Ak Parti iktidarını tesadüflere, Amerikalara, bilmem kimlerin hatalarına bağlayarak izah etmelerinin sebebi de budur.
1970’lerin en canlı gençlik hareketi MTTB hareketiydi. Türkiye’yi yeniden şekillendirecek kadrolar oralardan yetişiyordu. Ve birileri onları kendileri gibi başkalarının piyonu olmadıkları için top oynuyor sanıyordu.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri bütün baskılara, zulümlere rağmen; var olmayı ve güçlü olmayı başarmış olan İslamcı hareket, en büyük sıkıntısını kendisini anlatmada yaşamıştır. Bu nedenle de ortaya çıktığı her dönemde, hep şaşkınlıkların sebebi olmuştur. Bu kadar derin ve güçlü kökleri olmasına rağmen İslamcı hareketi ciddi bir şekilde inceleyen bir kitap bile hala yazılmış değildir. O nedenle de Yaşar Okuyan gibiler hep islamcıların top oynadığını zannetmişlerdir.
Türkiye’deki İslami hareketin içerden ve dışarıdan ciddi bir tarihçesi yazılmamıştır. Akademi dünyasında da bu noktada bir çalışma yoktur. Bilinmediği için İslami kesimle ilgili duyulan her şey şaşırtıcı olmuş, meydana gelen her türlü gelişme hayret uyandırmıştır. Hele Kemalist Sol için, bu dünya tam bir muammadır. 1980’li yıllarda özellikle sol kesim için Ruşen Çakır’ın “Ayet ve Slogan” isimli kitabı bir ilmihal halini almıştı. Kitap onlara bu ülkede yaşayan ve çoğunluğu teşkil eden hiç bilmedikleri bir dünyadan bahsediyordu ve onlar bu dünyayı görmüyorlardı. Bu kitaptan sonra da İslamcıları inceleyen, araştıran çeşitli çalışmalar oldu. Elisabeth Özdalga’nın “İslamcılığın Türkiye Seyri” isimli çalışması, yine İletişim Yayınları arasından çıkan “İslamcılık “ isimli, ciddi bir komisyon tarafından hazırlanıp yayınlanmış kitap dışarıdan incelemeler sayılabilir. Bunların yanında İslamcı düşüncenin seyrini inceleyen İsmail Kara’nın “İslamcılık Düşüncesi”, Hamza Türkmen’in “Türkiye’de İslamcılık ve Özeleştiri”, Ali Bulaç’ın son zamanlarda yayınlanan “Göçün ve Kentin Siyaseti, MNP’den SP’ ye Milli Görüş Partileri”, “Göçün ve Kentin iktidarı“gibi çeşitli kitaplar olmasına rağmen, Müslümanlar kendilerini anlatmak noktasında hep çekingen davrandılar. Kendilerini anlatmayı, bir tecrübeyi paylaşmak olarak görmediler; halbuki tecrübeleri paylaşmak, gelecek nesillere aktarmak yanlışlar üzerine fikir ileri sürmek bir çok güzel kapıyı açacaktır. Bu manada dindar, muhafazakâr kesim denilen cenahta eksikleriyle beraber tek bir kitap yazılmıştır. “Mücadele Birliği” İrfan Küçükköy’ün yazmış olduğu bu kitap, konuyla ilgili ciddi tartışmalara ve birçok yazının yazılmasına sebep oldu. MTTB ile ilgili Vadi’den, Pınar’dan ve Bilgi Üniversitesi’nden birer kitap çıksa da, MTTB’nin içinden biri hala hatıralarını yazmış değildir. Akıncılarla ilgili ciddi bir şey yazılmamıştır. Milli Görüş Hareketi’nin Gücü ve tarihine yaraşır bir çalışma hala yok gibidir. “Refah Gerçeği” sevindiricidir. Bu konunun en duyarlısı yine Bahattin Yıldız oldu. Yaşadığı olayların bir kısmını en azından roman, hatıra formatında yazıya döktü. Fetih Yürüyüşünü anlattığı “Kır Çiçeği” gibi.
Çıkarılan dergiler, oluşturulan birlikler, vakıflar dernekler, sendikalar, partiler, etrafında kümelenilen yayın evleri, kitabevleri, bunların her birinin birer hikâyesi vardı. Her biri nice yaşanmışlığı barındırır bünyesinde. Bunlar yazılmalı. Herhalde bu da ayrı bir kültür meselesidir. Ancak mutlaka edinilmesi gereken bir kültür.